Fakir Baykurt'un okuduğum ikinci kitabı oldu Yılanların Öcü. Tıpkı Eşekli Kütüphaneci 'de olduğu gibi toplumun diliyle ifade etmiş Fakir Baykurt duygularını. Bizim dilimizle sövmüş, beddua etmiş ve sevmiş. Sanırım bu yüzdendir film şeridi gibi gözümde canlanan sahneleri. Bana kalırsa samimiyet ve hikayenin gerçekliğini hissettiren yegane isimlerden bir tanesi yazar. O kadar yüzümüze çarpan bir gerçeklikle kaleme almış ki eserini bazı dizilerde olduğu gibi "Gerçek bir hikayeden esinlenilmiştir" yazılması gerek :)
Bu eserde bana 'şükürler olsun yüzümüzü biraz güldürdü' dedirten karakter ise tabii ki kaymakam beyin ta kendisidir. Teşekkürler kaymakam bey. Bu karaktere sahip bütün yöneticilere teşekkürü borç bilirim efenim :)
Tüüü sizin yüzünüze yakışıksız adamlar!.. Adamız diye el içinde gezen izansızlar!.. Zalimleeer!.. Gözünüz kör olsun! Adınız batsın! Silinip gidin yeryüzünden...!..
Ben öcümü bu dünyada almak isterim! Bugün! Burda! Dostun düşmanın önünde! Benim sorunum bu insanlarla, bugünle, burasıyla!.. Göreceğim adaleti bugün göremezsem, bir değeri yoktur nazarımda!.
Yılanların Öcü, Romanı 1950'li yıllarda Türkiye'de bir köyde yaşanan toprak kavgasıdır. Romanın başkahramanı olan Kara Bayram’ın evinin önüne legal olmayan yollarla ev yapılmasına karşı verdiği mücadeledir. Eşitsizlikleri dile getiren, güçlü güçsüz- mücadelesini yansıtan bir köy romanıdır.
Türkiye’nin güzel mi güzel, yoksul mu yoksul bir köyüdür Karataş. Kara Bayram da bu köyün yoksullarından biridir. Babadan kalma tek odalı bir evde yaşar, iyi huylu karısı, üç yavrusu, bir de evinin direği anası Irazca’yla. Dertli kadındır Irazca, yaşlıdır. Ama dişlidir bir o kadar da. Kendi yağlarıyla kavrulup giderlerken, bir gün huzurları kaçar. Muhtar Cımbıldak Hüsnü’nün kayırdığı Haceli evlerinin önüne ev yapmaya kalkışır çünkü. Tabii Irazca dikleşir; kızılca kıyametler kopar köyde... ve kasabada. Gelmedik kalmaz başlarına...