Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Yorum

Oğuz Aktürk isimli okurun asıl gönderisini gör
kyrios maldoror okurunun profil resmi
Öncelikle şunu belirteyim; Tanrı'nın ne olduğu, neliği konusunda çok farklı tanımlar vardır. Duyular ya da bilim yoluyla algılanan her şey insanı yanıltabilir olduğu için dolayısıyla yanlışlanabilir, Tanrı'yı bunların dışında ele almak gerekir, bir bakıma formel bir bilgi niteliğindedir Tanrı. Felsefenin de bize gösterdiği bir Tanrı vardır zaten; zamansız mekansız, maddeden bağımsız, sonsuz ve 'en' olan bir Tanrı vardır. Temelinde de iman vardır. İdesi zaten vardır. İster inanılır, ister reddedilir, ama reddedilmesi noktasında insana reddinin nispetinde değerli bir şey sunamadığı için, ateizm ve katmerlileri saf dışı kalıyor böylelikle benim için. :) Yani bir anlam ifade etmez, ki zaten felsefecilerin çoğu da bunu tartışmaya değer bulmaz, ilkeldir onlar için. Tanrı figürü günümüzde çok avamca anılageliyor, matah bir şey sanılıyor; kesinlikle Tanrı bir okul müdürü değildir ya da bir padişah. Benim için şöyle bir anlam ifade ediyor mesela; kendisinden bir ikincisi olmayan, 'en' ve 'sonsuz' olan, özgürleştiren, mutlak olan, hayatın ve varlığın kaynağı-dayanağı olan, yaratılmamış olan yaratıcı, ötenin ötesi en uç nokta... Öncesiz ve sonrasız olan, yani ezeli ve ebedi olan... Esasen Tanrı, Tanrı kavramının bir gereği olarak zorunlu bir şekilde vardır. Reddedenler Tanrı'nın kendisini reddetmekle kalmıyor aslında, Tanrı kavramının içeriğini dolduran özellikleri de reddediliyor beraberinde.Tanrı tasavvuru netlik kazanınca, yaratılmamış olan Tanrı'ya; "Tanrıyı kim yarattı?" sorusu da tutarsızcadır, çünkü Tanrı'nın özellikleri-sıfatları ile çakışır bu soru, dolayısıyla bu da bir anlam ifade etmez. Bazen gereksizce suyu bulandırır dururuz,
Metin T.
Metin T.
abinin Ockham ve Hanlon'un usturası paylaşımını hatırlayanınız vardır. Ockham'ın düşüncelerinin temeli; basitlik anlayışıdır. İki farklı karşıtlıkların basit açıklamalarını yapan koşullar tercih edilmelidir. Yani sadece yaratılmak için bile bir yaratıcıya ihtiyaç vardır. Hanlon'un usturası ise bunun ahlaka uyarlanmış halidir; "Aptallığın yeterli bir açıklama olduğu durumlarda kötü niyet aramayın." Din, Tanrı'nın mutlak gerçekliğini, kişinin kendisini ve toplumsal yaşamını düzenlemek için vardır. dolayısıyla çok kuşatıcıdır, bir üst sınır ve sınıf anlamı ifade eder. Bunun da Tanrı gibi, temelinde iman vardır. Biliyorum bir yorum için epey uzun olacak yazılacaklar, vakit ayırıp okuyanlar için şimdiden teşekkür ederim. Yaratılış ve inancım hakkındaki düşüncemi şekillendiren de üstadın şu dizeleridir; Evet, İslam'a göre insan nasıl yaratılmıştır? "Allah, yeryüzünde temsilcisini yaratmak istediğinde meleklere şöyle hitapeder: "Muhakkak, ben yeryüzünde (benim emirlerimi tebliğe ve infaza memur) bir vekil yaratacağım," (Kur'an 11; 30) İşte burada, İslam'da insana gösterilen büyük saygıya dikkat ediniz. Hatta Avrupa ve bilimsel devrim sonrası hümanizmi bile insana böyle yüce bir nitelik ve değer vermedi. İslami görüş noktasına göre en büyük, en yüce yarab-cı ve en üstün ve her şeyin hükümdarı olan Allah, meleklerle konuşurken, insanı Kendisinin yeryüzündeki vekili olarak gösteriyor. Bu hitapda aynı zamanda insanın görevi açıklanıyor: Allah'ın yeryüzündeki vekili olmak!... Melekler şöyle karşılık verdi: "Biz seni hamd ile teşbih ve seni takdis (ayıplardan, eş koşmaktan, eksikliklerden tenzih) edip dururken, (yerde) orada bozgunculuk edecek, kanlar dökecek kimse mi yaratacaksın?" (Kur'an 11; 30) Kıssadaki imajlar ve sembolik ifadeler bu noktadan sonra başlamaktadır. Meleklerin verdiği cevapla öyle görülüyor ki Hz. Adem (as)'den önce suç ve günah işleyip, fesatlıkta bulunan birileri vardı. Melekler, yeni bir insan yaratılırsa, onun da aynı şeyleri yapacağını, Allah'a söylemek istiyorlardı. Allah onlara şöyle cevap verdi: "Sizin bilemeyeceğinizi elbette ben bilirim." (Kur'an 11; 30) Allah, insanı yaratmaya karar verdi. Kişi, bu noktada insan ekolojisi içerisinde, anlaşılması güç özelliklerin saklı olduğu sembolleri ve imajları inceleyebilir. Allah, kendi vekilini yaratmaya karar verdiğine göre, yeryüzündeki en temiz ve değerli madeyi seçmiş olabilirdi, ama tam tersini yaptı. En adil şeyi yani "çamur"u (balçığı) seçti'. İnsanın yaratılış menşe'i ile ilgili Kur'an'da üç ayrı ifade vardır. Bunlar; kuru balçık (salsalin kelfahhar) "O insanı testi gibi yanmış kuru balçıktan yaratmıştır11 (Rahman 14) ifadesi ikincisi, Kara balçık veya kokulu toprak (hamein-mesnun) "balçıktan, işlenebilir, topraktan" (Hicr 12) yaratıldığı belirtilmektedir. Son olarak da basit toprak (tin) ifadesi kullanılmaktadır. Sonra Allah, kendi ruhundan ona üflemiştir. Ve insanın yaradılışı böyle tamamlanmıştır. Çağdaş dilde kötülük ve adilik için en iyi tasvir ve sembol "çamur"dur. Ve her varlığın en temiz ve en yüce kısmı ruhudur. Allah, insana kendi ruhundan üflemiştir. Bu sebeple Allah'ın temsilcisi Adem (as) insanı tahaylül edebileceği en büyük şeyden yaratılmıştır. Bu nedenle diğer yaratıklar sadece bir boyuta sahipken insan, iki boyutlu bir yaratıktır. Bir yönüyle adiliği takip eder, çamura batar, durgun ve Ölü, bir nehir kenarında taşkın sudan sonra geride kalan çamur tortusu (clay) katmanı gibi çökelir. Bu kayıtsız olmayı arzulayan insanın bir bölümüdür. Fakat insanın diğer boyutu, içine üflenen ruhla gelişmek, yükselmek ve mümkün olan en üst seviyeye yani Allah'ın ruhuna ve Allah'ın kendisine kavuşmak istediği yönüdür. Balçık ve Ruh. . . îşte insan, bu iki zıt unsurdan yaratılmıştır. İnsanın soyluluğu ve önemi, yönünü aşağıya doğru çevirip çamura batmasını veya yukarıya doğru döndürüp Kadir-i Mutlak Allah'a yaklaşmasını tesbit eden güçte yani iradesindedir. İnsan yolunu tesbit edinceye kadar bu iki zıt kutup arasında devamlı mücadele eder gider. ilk insan olan Hz. Adem (as)'ın böylece yaratılmasından sonra; "Allah Adem'e bütün isimleri öğretti" (Kur'an 11,31) Bu ayet-i kerime'deki "isimler'le kastedilen husus açık değildir. Muhtelif tefsirciler onu değişik şekilde yorumlamışlardır ama, bununla eğitimin kastedildiğinde şüphe yoktur. Melekler o zaman şikayette bulunup şöyle dediler: "İnsan çamurdan yaratılmışken biz dumansız ateşten yaratıldık. Ona böyle üstün bir nitelik vermenin sebebi nedir?" (Kur'an 11; 30) Bunun üzerine Allah:"Sizin bilmediğinizi ben bilirim. " buyurdu. İblis hariç bütün melekler Allah'ın emrine uydular. 'İblis secde etmemiş dayatmış ve kibirlenmişti. O kafirlerden olmuştu." (Kur'an 11-34) Yukarıda anlatılanlar gerçek hümanizmin ne demek olduğunu açıkça göstermektedir, insana uygun görülen şeref ve değere bakılıyor. Menşe olarak, insanlar çamurdan, melekler nurdan yaratılmış olmasına ve soy olarak meleklerin insandan üstün olmasına rağmen, melekler insanın önünde secde etmişlerdir. Melekler, Allah'ın emirlerine itiraz edince Allah onlara "isimleri" sorarak imtihan etti. Onlar cevap veremediler, ama Hz. Adem (as) cevapladı. "İsimleri" bilmekle Adem (as) soy ve menşe olarak kendisinden üstün olan meleklere karşı üstünlüğünü ve şahsiyetini te'yid etti. Bu insanın İslami açıdan şahsiyetini tayin etmektedir; o meleklerin bilmediği şeyleri bilmektedir. Melekler ve şeytanın üstünlüğü açıkça görüldüğü halde insan saygıdeğerdir. Bütün bunlardan sonra insan şu neticeye varabilir: İnsanın üstünlüğü ve soyluluğu soyundan ve menşe'inden değil bilgisinden kaynaklanmaktadır. YARATILIŞ Havva'nın Adem (as)'m kaburga kemiğinden yaratıldığı iddia edilmiştir. Halbuki, İbranice ve Arapça'da gerçek anlamı "tabiat "mizaç" olan "kaburga kemiği" tabiri zayıf bir tercümedir. Bu sebeple Havva (kadın) Adem'in tabiatından yaratılmıştır, kaburga kemiğinden değil. Nietzsche (MS. 1844-1900) "erkek ve kadının başlangıçta farklı iki yaratıktan olduğunu sonra onların birbirine benzer olup senelerce bir arada yaşadıklarını" söylemektedir. Başka bir ifadeyle menşe olarak iki farklı soydan gelmişlerdir. Halbuki; çoğu bilim adamı ve felsefeciler ise erkek ve kadının müşterek bir menşe'i olduklarını iddia etmekte ve daima erkeğin kadından üstün olduğunu düşünmektedirler. Diğer taraftan Kur'an'da kadın ve erkeğin aynı menşe'den oldukları gerçeğini gösteren şu ayet bulunmaktadır. "Ey insanlar, hakikat, biz sizi bir erkekle bir dişiden (bir çiftten) yarattık." (Kur'an 49-13) Diğer bir husus ta Allah, (canlı, cansız bitki, hayvan, insan) bütün yaratıkları bir araya toplayıp, onlara hitap ederek: "Yer, gök, dağlar ve hayvanlar hepinize, emanet olarak üstlenmeniz için bir şey vereceğim." (Kur'an 33-72) dediğinde insandan başka hepsi onun teklifini kabul etmeye yanaşmadılar. Açıkça görüldüğü gibi, işte bu sebeple insana daha yüce bir nitelik bahşedildi. İnsan, Yüce Allah'ın bütün kainatı sunduğu ama kimsenin kabul etmediği emanete talip olmakla Allah'ın yeryüzündeki vekili olmayı kabul etti. Bu demektir ki, insan, Allah'ın sadece vekili değil aynı zamanda emanetçisidir. Öyleyse emanet nedir? Bu konuda çeşitli açıklamalar vardır. Mevlana Celaleddin'e göre insan "irade" ve "otorite"sidir. Bu ise doğru bir yorum olarak görünmektedir. Diğer yaratıklara nisbeten insanın ayıran niteliği iradesidir. İçgüdüsel isteklerine ve yaratılışına karşı hareket edebilen sadece insandır. Diğer bitkiler ve hayvanlar bunu yapamaz. İsteklerine ve fizyolojik ihtiyaçlarına karşı durabilen iyi ya da kötü yolu takip eden, aklına uyan ya da uymayan yalnız insandır. Ve çamura doğru alçalan veya Allah'a doğru yükselen yine yalnız insandır. Herşeyi dilediği gibi yapabilen Mutlak irade sahibi Yüce Allah, bu yeteneği yalnız insana vermiştir. Allah, insana kendi ruhundan üflemiştir. Bu bakımdan insan da bir dereceye kadar hürdür, insan kendisine verilen bu imtiyazla (hürriyette) iyilik ve kötülük yapmakta, itaat veya isyan etmekte hürdür. İşte bu özellikler nedeniyle İslam'ın insanın yaratılışı konusundaki görüşlerinden şu netice çıkarabilmemiz mümkündür: l- Bütün insanlar eşit değildir ama kardeştirler. Eşitlik ve kardeşlik arasında bir fark vardır. Eşitlik medeni ve yasal bir terimdir. Ama kardeşlik, bütün insanların ortak tabiatını kabul eden bir terimdir. Deri ve renkleri ne olursa olsun soylar aynı kökendendir. 2- Erkek ve kadın eşitliği demek, her iki cinsin de aynı menşe'den oluşu ve aynı zamanda aynı Yaratıcı tarafından yaratılışı demektir. Her bakımdan aynı kalıtımla (zihni ve bedensel özelliklere sahiptirler. Bir soydan ve aynı ebeveyne (anne-babaya) sahip kardeş gibidirler. 3- Bilgisi ve bilimsel niteliği sebebiyle insan meleklerden üstündür. Zira, insan bütün meleklerin kendisine secde etmeğe mecbur oldukları "isimler"i öğrenmiştir. 4- İnsanın balçık ile Allah'ın ruhundan yaratılmış olması ve ona özgür İrade verilmesi her iki kutubu seçme özgürlüğünü kazandırmıştır. İrade sahibi olmak onu Özgür fakat sorumlu yapar. Bu sebeple İslami görüş noktasından hareket edildiğinde, insan kaderinden sorumlu tek yaratıktır. Bu dünyada Allah'ın verdiği görevi başarıp yeryüzündeki temsilcisi olmalıdır. "îsimler"i insan bilir. Bence, Allah'ın isimleri öğretmesi, insanın gelişen bilimsel gerçekleri anlayıp idrak etmesi demektir. insan gerçekleri öğrenebildiğine göre bunu gerçekleştirmesinde kendi sorumluluğu dahilindedir. İnsan kendi akibetini kendi şekillendirir. Bu sırasıyla toplumun bir üyesi ve ferdi olarak kaderinde ve akıbetinde kendisi sorumlu olur. Çünkü, ayet-i kerime'de: "Onlar birer ümmetti-gelip-geçti. O ümmetlerin kazandıktarı kendilerinin, sizin kazandığınız da sizedir." (Kur'an 11-141)" Kaynak: İslâm'ı Anlamak, Ali Şeriati sayfa: 40, ... Şeriati'ye çok haksızlık ediliyor çok, yeri gelmişken şu 45 dakikalık ama bu minvalde 45 kitap mahiyetinde şu belgeselini de buraya bırakayım; youtu.be/_qVk_S70TvA Tartışmalı konuları muhakkak vardır, ama okuyup, araştırıp, öyle öğrenelim ki; insanın Tanrı'sı cehaleti olmasın... Doğrularımız olabilir fakat bu doğruluklar içerisinde dahi eksiklerimiz olabileceğini unutmayalım, tartışmalı konuları konuşmayı ben de seviyorum, sorular türetiyorum kendime ve bir şeyler katıyorum karşılığında. Tartışmaların amacı kendini geliştirmek, gerekiyorsa düzelmek ve eksiklikleri gidermek olmalı, yarım yamalak doğrularla galip gelsek ne, gelmesek ne...Şimdilik böyle düşünüyor, bu doğrultuda hareket ediyorum. Belki de yarın gözlerime çok başka düşünceler ilişir, ben de ona göre bir davranış sergilerim... Ha, bir de; mühim olan insanın neye inandığı değil, nasıl inandığıdır demişlerdi, tabiri caizse inancının kişiyi nelere bürüdüğüdür... Mümkün mertebe bunlara riayet etmeye çalışıyorum. Faydalı ve farkındalıklı paylaşımın bir de yorumun sonunu getirenler için teşekkür ederim, çok vaktinizi aldım. 🙏 Düşüncene, emeğine sağlık.
Oğuz Aktürk okurunun profil resmi
Yorumunu okumaya başlarken saat 13:12ydi ve 13:18de sonunu getirince neredeyse su gibi geçtiğini gördüm. Gerçekten de senin için zaman alan ve emek dolu bir yorum olmuş kardeşim, öncelikle bunun için teşekkür ederim. Senin de dediğin gibi yazdıkların arasında tartışılabilecek konulardan bazıları: "İçgüdüsel isteklerine ve yaratılışına karşı hareket edebilen sadece insandır. Diğer bitkiler ve hayvanlar bunu yapamaz." Mesela bu konuda hayvanların içgüdülerine eğilebileceğimiz pek çok konu var anne bireylerin yavrularına uçmayı, avlanmayı öğretmesi, avcılık karakterleri yüksek olan çocuklarını kayırmaları, koruma içgüdüleri... Bunlar pekala bir tartışma konusu olabilir. Allah'ın ruhundan insanlara üflemesi konusu da biraz tartışmalı bir konu zira Kur'an'da ruh üfleme mevzusu Hz. Adem ve Hz. İsa için kullanılmış, bu yüzden tam olarak bir ruhumuzun olup olmadığına dediklerin %100 kanıt olmayabilir zira Evrim Ağacı da bu konuda :"ruh" olgusunun bilimsel perspektifte (bakış açısında) hiçbir geçerliliği, gerekliliği ve işlevi yoktur." diyor. Yani dediğim gibi bu da tartışmalı konulardan bir diğeri. Ali Şeriati ise kullandığı üslubundan ötürü sevdiğim dobra bir isim, İslam dünyasının gözünü kapadığı, duymak istemediği sorunları dile getiriyor ve bundan dolayı sevilmeyebiliyor, zaten açık sözlülük genelde önyargıyı da beraberinde getirir diyalektik bir şekilde. Gerek Metin Abi'nin yazdığı şeylerden kendine istifade sağlaman gerekse de kendi hayat felsefeni ve inancın konusundaki düşünceleri böyle emek dolu bir şekilde yazabilme başarın için tebrik ve teşekkür ediyorum, sevgiler olsun benden...
kyrios maldoror okurunun profil resmi
Metni ilk okuduğumda ben de o iki tartışılabilir konuya takılmıştım, ne yazık ki bu konuda yeterli bir malumata da sahip değilim. Bu konuda gelebilecek yorum ve eleştirilerin tümüne açığım, ama bu güzel düşüncene ve sağlanılan şu ortama pek rağbet gösterilmemesi açıkçası üzdü beni. Geçen şu incelemenin altında; #34888931 Ocak ayından sonra ikinci kez Şeriati okuma etkinliği düzenlemeyi düşünüyoruz, tabi sizlerin de katılımıyla. :) Sevgi ve muhabbetle. Tekrardan teşekkürler.
Samet Ö. okurunun profil resmi
Fırat hocam yorumunu yeni okuma fırsatı buldum ve gözüme çarpan bir iki nokta var izninle yazayım. "Felsefe'nin de bize gösterdiği bir Tanrı vardır zaten" kısmında bir tanım eksikliği var. Felsefe, birbirini yanlışlayan ve doğrulayan bazense diğeriyle hiç ilgilenmeyen ama ortak noktası Neden sorusu olan birçok farklı düşünür ve hayat görüşünün toplamı tanımına dayanarak, "Tanrının varlığını gösterdiğini söylediğiniz felsefe hangisidir?" "Genel geçerliliği olmadığını varsayarak (ki aksi iddia edilse felsefe değil dogma olurdu) bunu bir delil olarak öne sürmenizin sebebi nedir?" Gibi sorularla biraz daha açıklama rica edeceğim. Bir de 'reddedilmesi nispetinde değerli bir şey sunamamak' kısmını biraz açar mısınız? Çünkü bu kısım da temelsiz bir delil gibi geldi bana, yanlış anlamış da olabilirim. Ayrıca bu iki temel noktaya değindikten sonra inancınızın ortaya koyduğu insanın tebliğ görevi konusundaki çelişkilere de değinebiliriz. Tabii arzu ederseniz hocam. Benim gözümde inandığı gibi yaşamak ve neye inandığını bilip aynı zamanda da bunu ifade edebilmek büyük bir meziyet, sanırım siz de böyle düşünüyorsunuz ki böyle düşünen azınlığa çok saygı duyduğumu belirteyim.
kyrios maldoror okurunun profil resmi
Öncelikle yorumun, benim yorumumu okurkene ayırdığın vakit ve yaklaşım tarzın için teşekkür ederim. "Felsefenin bize gösterdiği bir Tanrı vardır" derken, spesifik manada bir Tanrı motifi vardır demem, hem tanım eksikliğini gidermesi bakımından, hem de anlaşılması hususunda daha anlaşılır kılacaktır zannımca. "Tanrı'nın varlığını gösterdiğim felesefe nedir" Analitik düşünmektir. Yani bir problemi veya sorunu çözmek için, sonucu oluşturan düşünceleri de göz önünde bulundurarak, bilgileri 'ayrıştırarak' sonuca varmak. İlk yorumumda da benim nezdimde varlığını kabul ettiğim Tanrı motifini, yani idesini oluşturan öğeleri, içkin nedenler ve jeneriklikle, kısa ve öz bir şekilde ifade etmeye çalıştım. "Reddedilmesi noktasında insana reddinin nispetinde değerli bir şey sunaması" burda da kastedilen; Tanrı yokmuş gibi yaşamak ve ölümle sonlanmak ile 'Ya Tanrı varsa?' neler değişir ve bunun bendeki değeri nazariyesi ne olura atfen bir tutum. Yine en son seninle Sarte'ın alıntısından sonra özgürlüğün bende ki yerine en yakın bulduğum şu videoyu da izlememişler için şuraya bırakmakta faydalı görüyorum; youtu.be/7NY-3v2yquA (Zaten kısa bir video muhakkak izlenmesinden ve anlaşılmasından yanayım) Sınırlar içerisinde kendini yaratan bir insanız; mühim olan mevcut otomatın aşılması durumudur. Kastettiğim varyasyon bir değişikliğin aksine; kartezyen, 'res cogitas -akla ve ruha hitap eden soyut bir değişikliktir-'. Açıklamalarım yetersiz kalıyorsa mazur görün daha körpecik bir gencim. :) Senin de yorumunda belirttiğin meziyetliliği, benim de ilk yorumumda defaatle üzerinde durduğum temelinde iman olması durumu...
Samet Ö. okurunun profil resmi
O zaman ben de birkaç noktaya temas edeyim. Kendi felsefenizin ya da analitik düşünmenizin sizi ulaştırdığı sonuç, biraz da taraflı baktığınızdan dolayı olabilir. Çünkü analitik düşünme sonucu ulaşılan sonuç iki zıt sonuç olamama gibi bir özelliği de içinde barındırır. Bu noktada sizin analitik süreçle ulaştığınızı söylediğiniz sonucun tam tersine yine benzeri bir süreçle ulaşanların da bir anlam taşıması gerekir ki bir taraf olunduğunda çoğu zaman diğer sonuçlar yok sayılmaya çalışılır, argümanı kabul eden argümanın geçerliliğini yadsıyanları da inkar etmek durumunda gibi hisseder yoksa kendiyle çelişmiş olur. Biraz daha açmak gerekirse Tanrı konusundaki delillere önem verdiğiniz ölçüde çelişkilere de önem verip vermediğiniz önem kazanıyor. Felsefe ekolünden bir örnek vermek gerekirse(bu alana yatkın olduğunuzu görüyorum) Epikuros'ün kadim sorusu hâlâ cevaplanamadı. "Tanrı kötülüğü önlemek istiyor da gücü mü yetmiyor? Öyleyse o güçsüzdür. Yok gücü yetiyor da önlemek mi istemiyor? Öyleyse o, kötü niyetlidir. Hem güçlü hem de iyi ise kötülük nereden geliyor?" Bu konuya birkaç yaklaşım var tabii. Verilen en sık cevaplardan biri 'imtihan' meselesidir. Ama bu kendi içinde çelişik bir meseledir. Bazılarına sınavda yardım edilirken bazılarına kağıt bile verilmemesi gibi bir durum imtihanın eşit şartlarda olması gerekliliğine karşıdır. Ya da Allah'ın neden birçok kitap gönderme gereği duyduğu da bir problemdir. Bazıları bunun insanlığın gelişimiyle doğru orantılı bir bilgi yığını içerdiğinden olduğunu söyler ama bu da yetersiz bir cevaptır. İnsanlığın son yüzyılda diğer yüzyılların toplamı kadar ilerlediği gerçeğini yok saymak gibidir. Şuanda bizim tıp disiplininde elçi/tebliğ görevlisi olduğunu iddia ederek gelenleri şizoid bozukluk tedavisine almamız da düşündürücü bir durum. Daha yüzlerce sorun var. Bunlar ilk aklıma gelenleri ve yetersiz olduğunun elbette farkındayım. Hepsini incelemek niyetinde de değilim çünkü kalın ciltli bir kitap boyutunda yazmış olurum ki bir anlamı da yoktur. Dikkat çekmek istediğim nokta, çok daha güçlü antitezler dururken tez tarafını seçmek bir taraflılık olarak görülebilir. Bilmem siz ne düşünüyorsunuz hocam? 'Ya Tanrı yoksa' ihtimaline gelirsek yaşanabilecek yalnızca bir hayatımız var. Bunu ibadet ve yakarışla geçirmek yerine çok daha kaliteli bir hayat yaşama ihtimalinden bahsediyorum. Yani diğer taraftan bakıldığında kabul edilmesi nispetinde değerli bir şey sunmadığı görüşü de pekala ortaya atılabilir. Eminim benim açıklamalarım da çok yetersiz kalıyor, ama birkaç farklı noktayı birbirimizden yakalayabiliyorsak bu tartışma amacına ulaşır. Bunu akademik ortamda tartışmadığımız için eksiklikler görmezden gelinebilir. Diğer türlü sonu gelmez tartışmalara iki kitap da biz kazandırmış olurduk :)
kyrios maldoror okurunun profil resmi
Şimdi ilk olarak şunu belirteyim ikimizin adına da; normal öğrenme aşamasında, faydalı olmak adına düşüncelerini, meramlarını dile getiren iki normal arayış içerisinde öğren(i)cileriz, fazlası değil. İnançlı ya da inançsız olabiliriz, sağlam zeminler arayanlarız. Çok bir şey bilmesek bile, en azından yetersiz kaldığımızın bilincindeyiz. Şuna tekrardan dönme ihtiyacı hissettim; ben kilise eksenli yorumlar yapmıyorum. Daha çok 'Tanrısallık' eksenli yorumlar yapmaya çalıştığımı düşünüyorum. Ve senin deyiminle o zaman ben de bir kaç noktaya temas edeyim. :) Epiküros kadim bir soru değil de daha doğrusu nankörlük etmiş desem bilmem abartmış olur muyum? Neden diye soracak olursan, cogito formülasyonunu tekrardan akla getirirsek, Baker tercümesini şöyle yapabileceğimizi söylüyor;" 'Kuşku duyuyorum, öyleyse düşünüyorum, demek ki varım, öyleyse ben var olan bir şeyim.' Bunu ısrarla 'insanın tanımı' diye sunuyor ve savunuyor Descartes." Epiküros sorusunu daha çok poleetik olan yani kilisevari düşünen insanlara yönelik yapmış. Bunun Tanrı kavramının oluşu ya da değiline bağlamak ise avamca olur, ilk yorumda da belirttiğim gibi, Tanrı kesinlikle bir okul müdürü ya da padişah değildir. Dolayısıyla Tanrı'yı ele alırken biraz daha tinsel düşünmek zorundayız, en azından ben çünkü Tanrı'nın neliği benim için böyle bir anlam ifade ediyor. Kötülük kavramı, insanbilim labaratuvarlarınca çok anlam ifade edebilir elbette ki, ama bunun Tanrı katında bir anlam ifade ettiğini söyleyebilmek için, labaratuvar koşulları yetersiz hatta geçersiz kalır, buna kanaat getirebilmek için kişinin ancak ve ancak esrimesi gerekir. Pek tabi bunlar rölatif konular, ivedi yargılara varılmayacak kadar derin konular aynı zamanda kesinlik bildirmiyorlar bu durum hasebiyle. Yani hiçbir şekilde yargı içermemeli, kötülük olabilir ama 'kötü' var mıdır, gibisinden. Bu formlar saf bilince yönelik bir yargı içermemeli. Tıpkı saf bilinçsizliğe yöneltilemeyeceği gibi. Çünkü Tanrı diye tanımladığımız saf bilinçtir, özdür. Suyun her şeyi ıslatabilir, ama ıslanamayacağındaki örnek gibi. Birden fazla kitap indirilmesi durumunda da hermenotik metodlarla bir yaklaşım sergilenirse anlaşılabilir olduğunu düşünüyorum. Ben de senin gibi hepsini incelemek niyetinde değilim, ki o yeterliliği de görmüyorum kendimde. Dolayısıyla Tanrı tasavvuru benim tahayyül ettiğim doğrultuda düşünülünce, sana çok güçlü gibi görünen antitezler benim için aynı geçerlikte olmuyor. Umuyorum ki kusurlarım ve cevaplanmamış noktalar varsa mazur görülür. Bu daha önce söylenmişlere, konuşulmuşlara yeni bir şey kattık mı, bilmiyorum. Ama benim için istifade ettiğim bir sohbet oldu, bunun için çok çok teşekkür ederim. Gönderi ve sorular sahibi ne düşünüyor bu konuda merakta kaldık? :)
Samet Ö. okurunun profil resmi
Bana sorularımdan kavramların ardına sığınarak uzaklaşıyorsun gibi geldi hocam. Hermenotik yaklaşım öznellik taşır yani mesele kendinizi ikna etmekse işiniz kolay olur ama iş başka birine bunları akıl çerçevesi içerisinde anlatmaksa o zaman anlamını yitirir, bunu zaten bildiğinizi düşünüyorum? Uzun bir açıklama beklemiyorum pek tabii, ama bunun gibi temel sorunlara eğilmediyseniz inancınızda boşluk olarak kalır. Ama bu gibi sorunları çözdüyseniz bir açıklama olması gerek. Epikür'ün sorusunun tek bir tarafa yönelmediği belli, bu soru 'tinsel' olan değil doğrudan 'yaratım yapan' Tanrı anlayışına yöneltilmiştir ki ayakları yere basan bir anlayıştır. Yani ortada avamca bir yaklaşım göremiyorum. Tanrıyı sürekli tinsel olarak nitelemeye çalışmanızı da anlıyorum ama bizim tinsel olanda gerçekliği sorgulayabilmemiz olanaksızdır. Ama şunu bulabiliriz, eğer gerçekten tüm evrenin yaratımlarının ardında yüce bir Tanrı var ise bunun maddi aleme doğrudan yansımalarını görebilmemiz gerekir. Ama kendini gizlediği düşünülen bu sebeple de herkesçe kabul edilebilecek bu yansımaların üstünü örttüğü söylenir sıklıkla. Bu da oldukça mantıkdışıdır. Tüm bu antitez tartışmasını geçersek tek bir soru yöneltmek istiyorum, tartışmayı kapatmak niyetindesiniz gibi anladım. Tanrı sadece zihin dünyanda varolan bir fikirler bütünü de olabilir. Tıpkı bir matrixin içinde yaşadığımız ve simülatif bir evrende varolduğumuz düşüncesi gibi. Peki bunun gerçek olduğuna, yalnızca kafanda olmadığına seni ikna eden düşünceler nelerdir? Sadece öğrenmek için soruyorum hocam. Yani bir çeşit gerçeklik delili arıyorum. Ama düşünceyi kuvvetlendiren ya da antitez oluşturacak kuvvetsizlikte bir bulgu değil aradığım. Çünkü o zaman içinden çıkılamıyor yukarıdaki tartışmamızda tekrar gördüğümüz gibi. Eğer buna bir yanıt bulabilirsek ya da en azından denersek o zaman öncekilerin üzerine bir tuğla koymuş oluruz çünkü literatürde böyle bir bilgi olmadığına eminim. Ben de birkaç noktayı tekrar gözden geçirdim sayenizde ki uzun uzun düşüncenizi açıklamaya çalıştığınız için teşekkür ederim hocam.
Yorum yapabilmek için giriş yapmanız gerekmektedir.