Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Zehra

iradem, tutsak olduğumu anlama özgürlüğümdür.
Reklam
bir cümle söyleyebilmek için -o da çoğu kez yalan- koca kitaplar yazılıyordu. en azından kapaklarına "bu kitap bilmemkaçıncı sayfadaki o sarsakça cümleyi söyleyebilmek için yazılmıştır" diye bir not düşülebilirdi. böyle olmayınca, kitabın anlatmak istediği saçmalık yüzlerce sayfanın arasına gizleniyor; ne yazan ne okuyan, bunca kalabalığın arasında aradığını bulabiliyordu.
insan yetim oldu mu kendi ayakları üzerinde durmayı ve bunu yapmasını sağlayacak her türlü numarayı öğreniyor. kendi işini kendi görüyor. dört-beş yaşlarından itibaren kendi işini gören birisi olarak, karşılaştığım herkese kendim gibi yetimmiş muamelesi yaptım. sanırım hala da öyle davranıyorum. gizli bir yetimler ittifakı öneririm. birbirimize göz kırparız. hiyerarşiyi reddederiz. her türlü hiyerarşiyi. dünyanın pisliğini olduğu gibi kabullenir, buna rağmen nasıl hayatta kaldığımıza dair hikayeleri paylaşırız. münasebetsiziz biz, kopuğuz. evrendeki yıldızların yarısından fazlası hiçbir takımyıldıza ait olmayan yetim yıldızlardır. takımyıldızların hepsinden daha fazla ışık verirler.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
bir an, ama sadece bir an, davranışlarımın kaynağına inmeyi başarırsam her şeyi düzeltebileceğimi, duyguyla kaynayan bütün pınarları sağaltabileceğimi, anlamdan kopuk kötü tekrarları önleyebileceğimi, daha iyi bir insan olabileceğimi düşündüm. ama hayatta pek de bir karşılığı olmayan bir arzuydu bu; iyi niyetli ve zararsızdı, yine de boş ve açtı, her şeyi istiyordu, her şeye gücünün yeteceğini sanıyordu.
insanlar olumsuz deneyimleri hakkında başkalarıyla konuşmak için karşı konulmaz bir istek duyarlar. ama iş bu kadarla da kalmaz. duygu ne kadar şiddetliyse insanlar o kadar fazla konuşmak isterler.
Reklam
gerçekten yapmak istediğimiz şeyi yapmamıza ne engel oluyor? başka bir deyişle: hayat aslında uzun, ama zamanımızı nasıl kullanmayı bildiğimiz takdirde. bellek psikolojisinin diliyle ifade edersek: hayatınızı renkli ve duygusal açıdan zengin olacak şekilde yaşayın, bunu yaparsanız uzun süre yaşamış olursunuz.
hayatın daha yavaş ve daha dolu geçtiğini hissetmek için, duygusal değerleri yüzünden bellekte uzun vadede saklanacak yeni deneyimler yaşamamızı sağlayacak yeni durumlar yaratmaya çalışabilirsiniz. kendinize sürekli meydan okursanız, karşılığını geçen yıllar içinde dolu dolu yaşadığınız -ve en önemlisi uzun bir süre yaşadığınız- hissine kavuşarak alırsınız.
psikolojik bir perspektiften bakıldığında, çocukluk, gençlik ve ilk yetişkinlik yılları sürekli yeni deneyimlerin biriktiği bir dönemdir: yeni bir kardeşin doğumu, okulun ilk günü, ebeveynler olmadan çıkılan ilk tatil, ilk öpücük vs. çocukluğun üç yılı muazzam bir gelişim ve sayısız öğrenme deneyimi anlamına gelir... genç bir yetişkin genellikle okulu bitirip ebeveynlerinden bağımsız hale gelir; mesleki eğitim veya üniversite eğitimi alır; nihayetinde de ilk gerçek işine ve muhtemelen uzun süreli bir ilişkiye girer. buna karşılık yetişkinliğin daha sonraki aşamalarında gerçekten yeni olan deneyimler azalır, mesleki ve özel hayatta çok az şey değişir... yaşları ilerledikçe insanların hayatlarındaki rutinler arttığından -deneyimleri giderek daha fazla tekrara dayandığından karşılaştıkları ve dikkat ettikleri yenilik miktarı da giderek azalır; bunun sonucunda da hayatın dönemlerinin öznel süresi kısalır.
thomas mann tanıdık olmayan bir yerdeki ilk birkaç gün boyunca yaşanan farklı deneyimlerin zamanı öznel olarak nasıl uzattığını göstermek için tatil örneğini kullanır. yeni yerde biraz vakit geçirdikten sonra günler yavaş yavaş yerleşen alışkanlığın etkisiyle orantılı bir şekilde kısalır. nihayet tatilin sonuna doğru günler uçup gitmeye başlar ve tatilin hızla sona ermekte olduğunu fark ederiz. yeni ve heyecan verici deneyimler zamanı uzatır. ama yeni olan şey rutine dönüştüğünde zaman yine hızlı geçmeye başlar.
hissedilen ve yaşanan zaman, yani pozitif deneyimlerle dolu bir hayat, genellikle iyi arkadaşların ya da sevilen bir partnerin yanında geçirilen doyurucu anlardan oluşur.
Reklam
vücudumuza nasıl şekil vereceğimiz, arzularımıza nasıl gem varacağımız, hayatımızın yönünü nasıl belirleyeceğimiz ve bilhassa ölümü nasıl önleyeceğimiz konusunda tavsiye peşinde koşup durmakla daha fazla kesinlik ve kontrol kazanmadığımız açık. daha ziyade, seçim ideolojisi bizim için, mevcut haliyle kapitalizme en çok katkıda bulunacak nevroz biçimi olan takıntılı kişiliği seçiyor. paradoks şu ki, geç kapitalist ideolojinin öne çıkardığı obsesif tavırlar aslında seçime pek yer bırakmıyor. sürekli tetikte olan, düzensizlikten ödü kopan ve ölüm fikri karşısında donakalan fazlasıyla kontrollü birey, sınırsız olduğu varsayılan olasılıklar arasında seçim yapmaktan pek keyif almaz. ideal seçici olamama kaygısının tutsağı haline gelir. bu yüzden seçenekleri sınırlandırmak için yepyeni yollar icat edip durur.
birey dış güçlerin (örneğin toplum, ebeveynler) bir ürününden ibaret değildir, bu güçlere verdiği yanıtları kendisi oluşturan bir yaratıcıdır da aynı zamanda. ama bu yanıtlar rasyonel seçimler olmaktan ziyade bilinçdışı düzeyde yapılmış seçimlerdir.
psikanaliz, insan arzularını incelerken, arzuyu daima yasakla ilişkilendirmiştir. istediğini elde edemediği için acı çeken birisi söz konusu olduğunda çözüm, istediğini elde etmesinin önündeki engelden kurtulmak değil, o insana bir şekilde o sınırın ta kendisini kucaklamayı öğretmek ve arzu nesnesinin tam da erişilmez olduğu için çekici olduğunu görmesini sağlamaktır.
çoğu zaman içimizde farkında olmadığımız bir şeye hitap eden davranışlara, görünüşlere ve acayipliklere aşık oluruz. aşk, rasyonel niyetlerimizi altüst edebilen bilinçdışı seçimlerimize fazlasıyla bağlıdır.
bir kişi mesela öğretmen, baba, koca veya müzisyen olduğunu söylemekte geçici bir teselli bulabilir. ama bu kimliklerin hiçbiri o kişinin aslında kim olduğu konusunda her şeyi söylemez. birey kendisi olmak için ne kadar uğraşırsa uğraşsın illaki başarısızlığa uğrayacaktır, çünkü içinde öyle kolayca dışsal bir kimlikle tanımlanamayan bir şey olacaktır.
123 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.