Beni yiyip yiyen bu yaşamı bütünüyle tanıyamadım; ölümde beni korkutan yaşamımın bensiz tüketilmiş olduğu yolunda bana getireceği kesinliktir.
Bir kıyıda, herkesten uzakta, anlıyor musunuz?
Birbirlerine dayanıp da bir türlü kucaklaşamayan bu benlik ile bu dünyanın ne üzerine kurulmuş olduğunu biliyorum. Bu durumun yaşama kuralını soruyorum, önüme sürülen kural yaşamın temelini önemsemiyor, acılı karşıtlığın terimlerinden birini yadsıyor, el çekmemi buyuruyor. Kendi durumum olarak tanıdığım durumun ne getirdiğini soruyorum, onun karanlıkla, bilgisizlikle yüklü olduğunu biliyorum, ama bana bu bilgisizliğin her şeyi açıkladığını, bu karanlığın da benim ışığım olduğunu söylüyorlar.
Yaşamla bağıntılarımı düzenleyen bu uyumsuzluğu doğru sayarsam, dünyanın görünümleri önünde beni saran bu duyguyla bilimsel araştırmaların zorunlu kıldığı bu açık görüşlülüğü benliğime sindirirsem, bu kesinlikler uğruna her şeyden el çekmeli, sürdürebilmeleri için onlara gözümü kırpmadan bakmalıyım. Her şeyden önce, davranışımı onlara göre ayarlamalı, onları tüm sonuçlarında izlemeliyim. Burada dürüstlükten söz ediyorum. Ama düşünce bu çöllerde yaşayabilir mi, ilkin bunu bilmek istiyorum.
İçimdeki bu yüreği duyabiliyorum, var olduğu yargısına varıyorum. Bu dünyaya dokunabiliyorum, onun da var olduğu yargısına varıyorum. Tüm bildiğim burada duruyor, gerisi kurmaca.
İnsan düşüncesinin bir anlam taşıyabilecek biricik tarihini yazmak gerekseydi, yapılacak şey birbirini kovalayan pişmanlıklarının ve güçsüzlüklerinin tarihini yazmak olurdu.