Odanın içindeki bu sükût duran bir şey değildi: Gizli bir rüzgâr gibi duvarlara ve eşyaya çarpıyor, bir şeyi kırıyor, eziyor, çiğniyor, fakat neleri altüst ettiği belli olmuyordu. Bu öyle bir sükûttu ki insanın başına yanmamış kömürden çıkan zehirli bir hava gibi vuruyordu.