Öyle bir kitap ki, ilk cümlesinden itibaren gözlerinizin önüne geliyor mekanlar, karakterler ve yaşananlar. Öyle bir kitap ki sayfaları kendiliğinden çevriliyor, siz hiç yorulmuyorsunuz okurken ne elinizde ki kitabın ağırlığı ne de her dakika çevirdiğiniz sayfalar, hiç birinin farkına varmıyorsunuz.
Kitap öyle ki; toplumsal mesajlarla, bir çoğumuzun yaşamış olduğu -belki de farkına varamadığı- olaylarla dolu.
"Dinimi soran olmayacaktı bana. Olur da birisi merak ederse, cevabım hazırdı: Müslüman, Yahudi ve Katolik; kısacası insan."
İnsanların dinleri ve ırklarına göre ayrımcılığa uğradığı, önyargılarla yaklaşıldığı, devletlerin bunlardan dolayı bir çok insanın mağduriyetine sebep olduğu ve bazı olayların üstünü örtüp toplumun bilinçlenmesini engellemeye çalıştığını gözler önüne seriyor.
Tabi romanda karşınıza çıkan, acı ve tutkuyla dolu aşk hikayesi de insanı derinden etkiliyor. Bazen durup kendinizi hikayenin içerisinde bir yere koyup yaşıyorsunuz o anı, yeri geliyor Schubert'in Serenad'ını dinliyor, gözlerinizi kapatıp içinizde hissediyorsunuz, acıları ve aşkı...
Bazen kendime kızıyorum, "Neden?" diyorum, neden daha önce farkına varamadım, neden daha önce okumadım? Eğer okumadıysanız ertelemeyin.
Ve kitap bitince, Allah'a şükredin; Zülfü Livaneli gibi bir dehayı ülkemize armağan ettiği için.