Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Rockdarr

...Ceyb-i Hümâyûn muhiti, benim oynadığım, günlerimi geçirdiğim yer olmuştu. Cuma selâmlığında, hemen sefirlerin toplandığı sedire koşardım. Sultan Hamid'in Arap, Arnavut muhafızlarının yeşilli kırmızılı üniformalarını, maiyet alayının sırmalı kıyafetlerini seyrederdim. Marşın havasına uyarak yürüyüşlerini, mızıkadaki muhteşem üniformaların mütemadi ve ahenkli bir renk ve hareket senfonisine hayran olurdum. Sultan Hamid'in kayınbiraderi Ahmed Şevket Bey, padişah camiden çıkar çıkmaz beni kaldırır omzunun üstüne oturtur, bana oradan alayı seyrettirirdi.Karşısında Plevne Kahramanı Osman Paşa, kendisi şahane burnu, iki tarafa bakıp geçen acayip gözleriyle bu muhteşem merasime hâkim olan şahsın, Türklerin son imparatoru olduğunu tabiî idrak edemezdik. Yıllar geçtikten sonra bu yıldızı sönük, harap bir vaziyette bulduğum saray'ın kapısı önünden geçerken, kapının önünde gözüme -belki beni çocukken görmüş olan ihtiyar ve gözleri yarı kör- kapıcı ilişti. Dünyada kim bilir ne kadar böyle şahane ihtişam ve merasim sahnesi olan başka saraylar da vardı. Onlar dahi kudret mefhumunu yanlış anladıkları müddetçe şekil ve isimleri ne olursa olsun, çöküp gitmeye mahkûmdur.Maziden ders almayanların akibeti budur...
Reklam
Baykuş nevbet çalar Efrâsiyâb tâkında/Örümcek perdedârdır Kayser’in sarayında.
Büyük kentlerde dünyayı çok az ayrımsarız, kendi azınlığımıza çekiliriz. Küçük kasabalar ve köylerde azınlıklar yoktur; insanlar yeterince kalabalık değildir. Dünyayı orada mecburen fark edersiniz. Her insanın kendisi bir sınıftır; her saat kendi taze heybetini taşır.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Hayatımızın bir devrinden sonra başımıza gelen şeylere o kadar hazırlanmış oluyoruz ki, kederimizi kendi içimizde taşır gibi yaşıyoruz.
Reklam
BIYIĞINI KAYBEDEN SAVAŞÇI Yetmiş akıncı, çocuklar gibi şendik. Çünkü biraz sonra nehrin azgın sularını geçip, Antalya'nın buğulu morluğu içinde uzanan dağların eteğine yayılmış küffara kılıç çalacaktık. Yönetmenin "motor" sesiyle, araba atlarını topladık. Bu gariban atların ceddi nice savaşlara girmiş olacak ki damarlarındaki
"Yüce tabiat ananın önünde sonsuzluk var. İnsan icatları, çöllerde yükseltilen kibirli şehirler, istila edilen toprakları korumak için kullanılan korkunç silahlar nedir ki? Büyük doğal güçlerin, en ilkel formuna geri döndüreceği toz parçaları... Kaleleri birkaç yıl boş bırakıp topla makineli tüfeği ovada birkaç aylığına terk ederseniz, kısa süre sonra taşı sarmış çimler ve sert çeliği çürütmüş pasla karşılaşırsınız. Çok uzun zaman önce, bu engin ıssızlık, güçlü şehirlerle doluydu. Bugün şehirlerden geriye yalnızca harabeler kaldı ki onlar bile toprağa karışıp gidiyor. Gelip geçici insanların ne önemi var? Ortadan kaybolmaları için Yüce Ruh’un üzerlerine üflemesi yeterli. Toprağın çocukları, toprağı tekrar ele geçirecek. O zaman, geçmiş zamanlar yine yeni zamanlar olacak.”
Apaçilerin Sonu ve Geronimo
1872 aralığında, 5. Süvari Birliği’nden Binbaşı Brown kumandasındaki üç bölüğü, Rio Gila ve Salt River Apaçilerine karşı gönderdi. Özellikle, başında Tshunts isimli bir şefin bulunduğu, taşkın kabileyi etkisiz hâle getirmek istiyordu. İzlendiğini hisseden bu grup, kanyonun yamacındaki ulaşılması güç bir yere sığındı. Buraya açtıkları mağarayı
Cesurca ölmek yerli için bir ideal, bir görevdi. İşte, bunu kanıtlayan görkemli ve yürekler acısı bir anlatı: "Siyu kabilesinden üç yerli atlarına binip yerleşim bölgesinin yanındaki otlakta bulunan yüksekçe bir tepeye doğru sıra hâlinde ilerlemektedir. Ölüme mahkûm edilmişlerdir ve infaz saati yaklaşmaktadır. Birkaç ay önce isyan bayrağını
Savaş sırasındaki cesaret, yerlilerin gözünde kişinin en büyük erdemiydi. Buna öylesine değer veriyorlardı ki düşmanlarında görseler dahi ona saygı duyuyorlardı. Kızılderili tarihinin en çarpıcı olaylarından biri sayılan kanlı Little Bighorn Muharebesi sırasında, Amerikalı askerler son neferine kadar öldürülmüştü. Daha sonra bu ölüleri saptamak için gelenler, askerleri komuta ederken diğerleri gibi can veren General Custer’ın kafa derisi yüzülmemiş tek kişi olduğunu gördü. Bu durum yerlilere özgü tüm savaş kurallarına aykırıydı çünkü önemli bir lider söz konusuydu ve saç ganimeti onu deviren için olağanüstü bir kahramanlık kanıtıydı. Ancak savaşın diğer komutanı olan Siyu şefi Oturan Boğa birkaç yıl sonra bu konuda sorgulanırken şöyle dedi: "Beyaz şef kahraman bir adamdı. Kendisini saran tüm savaşçılarımıza karşı tek başına kalıncaya dek elindeki kılıcıyla çarpışarak teslim olmayı reddetti. Her yeri kanlar içinde yaralıyken, hiç yenme umudu yokken bile durmadan savaştı. Onu ölümünden sonra onurlandırmak istedik ve ona saygı gösterdik.”
Reklam
Kabile yoluyla örgütlenme, bir toplumsal düzen olarak baskındır. Bu örgütlenme temelde klan şeflerinin, yasama, yargı ve yürütme gibi kuralları oluşturduğu sivil bir yönetimle barış zamanında hiçbir işi olmayan askerî bir yönetimi kapsıyordu. Büyük gereksinim hâlinde kabile şefinin ya da konfederasyon başkanının yönetimi altında, sadece klan şefleri değil, ailedeki anneler ve önemli savaşçılar da bir araya geliyordu.
İlk kâşifler, bizim kutsal kitaplarımızda yer alan Nuh’un tufan öyküsünün, yerlilerin ağzından kelimesi kelimesine anlatılması karşısında oldukça şaşırdılar. Dünyayı sular altına alan aynı tufan, büyük bir kanoya sığınarak felaketten ucu ucuna kurtulanların aynı serüveni, taşkın sularının geri çekildiğini haber vermek için çiçekli bir dal getiren güvercinin aynı biçimde ortaya çıkışı...
Apaçiler. Güneybatıya doğru, Meksika sınırı boyunca Komançilerin yerini almışlardır ki bu sınır oluşturulurken Apaçi akınlarına karşı korunmakta oldukça zorluk çekilmişti. Esmer, acımasız, düz mavi-siyah saçlı insanlardır. Bölgeye sonradan gelen, büyük olasılıkla kuzeybatı uçtaki yerlilerin içinden çıkmış Apaçiler, İspanyolların gelişi sırasında Pueblolar bölgesindelerdi. Bu dönemden önce, Mayalar gibi uygarlaşmış ulusların güneye doğru püskürtülmesine katkıda bulunmuşlar mıydı? Aynı bölgede bulunan ve benzer noktaları nedeniyle kimi zaman onlarla karıştırılan Navaholarla akrabalık ilişkileri var mıydı? Onları, uzun bir göçün ardından bu yabani ve yorucu yalnızlığa doğru kim sürüklemişti? Bilimin şimdilik sadece yarım yamalak yanıtlayabildiği birçok soru var. Şurası kesin ki beyazlar onları, burada sağlam bir şekilde yerleşmiş hâlde bulup dikkatli davranmak zorunda kalacaklar.
Siyular, bunların en önemli ve en dikkate değer ögesidir. Efsanenin bize öğrettiği gibi klasik Kızılderililer olan Siyular, tek başlarına direnişin en önemli gücü olmayı üstlenecek ve en tanınmış şefleri, Amerikan hâkimiyetine zorluk çıkaracaktır. Bunun üzerine, onlara boyun eğdirebilmek için karşı tarafın birçok korkunç saldırı düzenlemesi gerekecektir. Siyular sırası geldiğinde karşılaşacağımız çok sayıda kabileye bölünmüşlerdir. Aslında savaşçı olan bu kabileler, ortak düşmana karşı kendilerine katılıncaya kadar komşuları olan Karaayaklarla, Krovlarla, Pavnilerle çatışırken uzun süre boyunca silah ustalıklarını geliştirmişlerdir.
Yiğit, sevgili şövalye oğlum! Biraz cesaret! Kederinizi açıkça görüyorum ve nedenini anlıyorum çünkü gülerken gözleriniz doluyor. Biz çok fakir insanlarız, değil mi? Bizim gibi insanlar için sefalet, bize net bir görüş ve olağanüstü bir güç veren iyi bir arkadaştır, ideal bir sevgilidir. İyi doldurulmuş bir kâsenin yanında yatan ve bir zincire bağlı olan şişman köpeklerden her zaman nefret etmişimdir. Doğdukları gibi köle olarak yaşar ve ölürler. Sinsiliğiyle yaşayan ve geceleri avını insanın heybetli gücüne karşı yakalamaya çalışan tilkiye ise sempatimi ve hayranlık duyarım. Ormanda sarhoş edici özgürlüğünün tadını çıkaran sıska kurda hayranım. Bana bakın, şövalye. Ben o tilkilerden ya da kurtlardan biriyim ve Tanrı’ya yemin ederim ki elimdeki kılıçla bir kral gibiyim. Altmış yıllık sefalet içinde, çeşitli kuşaklardan bir burjuva ya da feodal lort ailesinden daha uzun yaşadım. Hayatın tılsımları nelerdir oğlum? Esen rüzgâr, yağan yağmur, salkımların olgunlaştığı bağlar, tepeler, ormanlar ve bütün yeryüzü değil mi? Bir de soluduğum hava, gelip gitmenin ve kendi kendimin efendisi olmanın verdiği keyif değil mi? Doğanın ihtişamını seyredebilmek değil mi? Gerisi, tıpkı Paris’teki nefret dolu erkeklerle gülümseyen kadınlar arasındaki yaşam gibi, kâseye zincirlenmiş köpeğin rezil yaşamı yani, yalnızca günlük yaşamı güvence altına almaya yönelik muazzam, bir parça ekmek için harcanan kör ve aptal bir yaşam.
179 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.