“Adam yaşama sevinci içinde
Masaya anahtarlarını koydu
Bakır kâseye çiçekleri koydu
Sütünü yumurtasını koydu
Pencereden gelen ışığı koydu
Bisiklet sesini çıkrık sesini
Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu
Adam masaya
Aklında olup bitenleri koydu
Ne yapmak istiyordu hayatta
İşte onu koydu
Kimi seviyordu kimi sevmiyordu
Adam masaya onları da koydu
Üç kere üç dokuz ederdi
Adam koydu masaya dokuzu
Pencere yanındaydı gökyüzü yanında
Uzandı masaya sonsuzu koydu
Bir bira içmek istiyordu kaç gündür
Masaya biranın dökülüşünü koydu
Uykusunu koydu uyanıklığını koydu
Tokluğunu açlığını koydu.
Masa da masaymış ha
Bana mısın demedi bu kadar yüke
Bir iki sallandı durdu
Adam ha babam koyuyordu.
-Edip Cansever-
“Sanat yaşama arzusu verir”
Altı bölümden oluşan kitap adından da anlaşılacağı üzere felsefenin, filozofların görüşlerinin ve bu filozofların kısacık da olsa hayatlarının anlatıldığı her sayfanın felsefe koktuğu bir eser.
Yazar; her filozofun görüşünü kaleme alarak yaşadıklarımızdan veyahutta yaşayacaklarımızdan felsefe yoluyla teselli bulmamızı amaçlamış.
Birinici bölüm: Toplum Tarafından Kabul Görmemenin tesellisi.( Sokrates)
İkinci bölüm: Yeterince Paraya Sahip Olmamanın Tesellisi. (Epikuros)
Üçüncü bölüm: Düş Kırıklığı Yaşamanın Tesellisi. (Seneca)
Dördüncü bölüm: Kendini Yetersiz Hissetmenin Tesellisi. ( Montaigne)
Beşinci bölüm: Kırık Bir Kalbin Tesellisi. ( Schopenhauer)
Altıncı bölüm: Zorluklar Yaşamanın Tesellisi. ( Nietzsche).
Hangi bölümü en çok sevdiğime gelecek olursam Nietzsche’nin bölümünü okurken neredeyse her sayfanın altını çizdim. Hiç anlamadığım, okurken zorlandığım sayfayı çevirdikten hemen sonra felsefe görünüşünü unuttuğum kısımlar da oldu. Okunması kolay olmayan, sorgulatan ve muhtemelen ilerleyen zamanlarda tekrar okuduğumda farklı tat alacağım bir eser.
Üç tarafı sularla çevrili memleketim
gibiyim. Yalnızım. Yorgunum.
Çok hırpalandım. Ağaçlarım
ormanlarım kesildi. Göğüm betona
kesti. Denizlerim hep pislik…
.
Dört tarafı yalanlarla çevrili insan
parçasıyım ben. Adım yalnızlık.
Uğruma savaşanım yok, sokakları
ateşe verenim. Molotoflar patlamıyor
göbeğinde şehirlerimin. Haritalarda ara
ki bulasın
Mutluluğa ulaşmanın, yaşamdan tatmin olmanın yolu, acıdan sakınmak değil, acıyı doğal bir şey, iyi olana erişmek için çabalarken karşımıza mutlaka çıkacak bir basamak olarak görmekti.
Kinyas ve Kayra… Uzun zamandır okuyacaklarım listesindeydi edindiğim ilk fırsatta listenin başına alıp okudum . İyi ki de yapmışım.
Kitabı okurken kendimi iyice kaptırıp sinirlendiğim ve mesleki kimliğimi ele verdiğim pek çok sayfa oldu. Sonra bir an durup; benzer hayatların mevcut olması çok olsa bile “bu kurgu ve sen Kinyas ve Kayra’yı kurtaramazsın Kader” dediğim anlar oldu.
Kitabın içeriğine geleceksem; Hakan Günday’ın ilk romanı. Başkarakterler Kinyas ve Kayra. Zihinsel ölümlerini gerçekleştirmek için ailelerini bırakıp Afrika’ya giderler. Sekiz yıl süren bu serüvenleri boyunca dolandırıcılık, cinayet, şiddet, bağımlılık ve tüm bunların beraberinde getirdiği cinsellik gibi konuşulmayan tabuları kitabın her satırında iliklerinize kadar hissedebiliyorsunuz.
Kitap üç bölümden oluşuyor. Kinyas ve Kayra’nın beraber olduğu bölüm, Kayra’nın yolu ve Kinyas’ın yolu. Kitapı okurken karakter analizi yapmaya çalışırken zihinsel ölümlerini isteyen bu iki adamın yaptıklarının ergenliğin verdiği şımarıklıktan mı çeşitli nedenleri olan depresyondan mı bu bataklığa düşmelerini sık sık sorguladım.
Neticeye gelecek olursam psikopat olan bu iki adam bize (psikopat diyorum çünkü bence yaptıkları psikopatça) tercihlerimizin ve seçtiğimiz yolların şoförleri olduğumuzu, asıl konuşulması gerekenlerin konuşulmayarak felaketlere sebep olabileceğini açıkça anlatıyor.
Oturup konuşalım, konuşarak halledemeyeceğimiz hiçbir şey yok.
“Yarın, bugünü yaşanabilir hale getiriyordu.”
Kinyas ve KayraHakan Günday · Doğan Kitap · 202227bin okunma