...elini uzat bana içindeki acıları bana ver içinde yanan ateşi bana aktar aktar ki bu aleşten kurtul ve o artık yalnızca beni yalnızca beni yaksın ve benimle benim etimle kemiğimle kaslarımla tutuşsun yeter ki seni uzaklaştırayım bu ateşten...
Bakıyoruz, bu ülkenin iyiliğini isteyenler bir araya geliyorlar, iyi niyetlerini birleştirmek için bir araya geliyorlar, sonra bir takım tariflerde anlaşamadıkları için her biri bir tarafa gidiyor.
Tarih bir tahriften ibarettir. Tarih, geçmişten geleceğe uzanan ve bugün gördüğümüz bir rüyadır. Bütün rüyalar gibi tarih de yorumlanabilir; ama görülürken değil.
Ve biz onlara diyeceğiz ki:
Hesaplaşma günü geldi. Şimdiye kadar yalnız din kitaplarında yargılandınız. Biz fakirler, zavallılar, yarım yamalaklar, bu kitapları okuyup teselli olurken içinizden güldünüz. Ve çıkarınıza baktınız. Hatta gene sizlerden, sizin gibilerden, büyük düşünürler çıktı ve bu kitapların bizleri uyuşturmak için yazdıklarını ileri sürdüler. Biz zavallılar, ya bu düşüncelerden habersiz kaldık, ya da bunları yazanları bizden sanarak alkışladık. Yani uyuttular alkışladık, uyandırıldık alkışladık.
İslam literatüründen ve tuhaf gelecektir; lakin Johan Sebastian Bach'ten edindiğim bir alışkanlığım var.
Her yazımın sonunu "Soli Deo gloria"
(Yalnız Tanrı'ya şükürler olsun) ve "الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ" (hamd yalnızca alemlerin Rabbi Allahadır) ile bitiriyorum.
Hissiyatı da gücü de pek tesirli.
İçim daraldığı, canım sıkıldığı için yazıyorum bu satırları. Yazmazsam ruhsal bir bunalım içine girecekmişim gibi geliyor. Doğrusunu istersen, sevgili okuyucu, yazı yazmak beni ziyadesiyle rahat hissettiriyor. Kimseye eyvallahım olmuyor yazarken, kimsenin nazını çekmeme gerek kalmıyor. Yazım, beni bütün dikkatiyle dinliyor. Bir an olsun bana