Hizmetçilik yapmak gururunu kırmıyordu ama merhamet yaralıyordu onu. Merhamet istemiyordu, insanlıkla ilgili kararıni vermişti; içine oturan zifiri karanlığı delecek en ufak bir ışık sızmasına bile izin vermeyecek kadar kapatmıştı kendisini. Umutsuzluktan güç alan, bunun sarsılmasına izin verdigi anda yıkılacak bir kalebende benziyordu. Demek ki insanlığa güven duymanın tam olarak yıkılışı böyle oluyormuş diyordum, umut kapılarının, pencerelerin sıkı sıkıya kapatıldığı o kararlılık hali, artık hiç kimsenin aralayamayacağı bir demir kapı... Lâleşli kızlar yaşayarak öğrenmişlerdi bunu. Tekrar umutlanma ve tekrar yıkılma tehlikesine karşı en doğru hareket, kabuğunun içine çekilen bir deniz canlısı yöntemiydi.
Adımları uzaklaşırken kadının, önce toplasın adamın küllerini.
Güneşin sıcağı buzun alevine bırakacaksa yerini, Ya saçlarına dolasın nefesini ya da masalla kapatsın adamın gözlerini.
Çünkü ardından salıncak rüzgar, bırakmaz gökte geceyi.
Boynuna asıp son günün cesedini, ormanın külleriyle kozasında vurur kelebeği.
Arsıl Alaz
"Martılar uçuşuyor kıyılarıma yine. Vapurlar bir hüzün serenadı yapıyor gözlerimde. Yeni Camii'nin güvercinleri havalanıyor yüreğimin meydanlarından, minareler yükseliyor yokluğuna, tramvaylar geçiyor üstümden. Mihrabat'ta kalbi kırık bir ağaç duruyor. Üstünde adımın beş harfi kazılı! O da ben gibi senli bir zamanda durdurmuş yılları. Üsküdar'ın penceresinde ay ışığı ve İstanbul özlemiş beni. Benim onu özlediğim gibi. Yüzü İstanbul olmuş bir masal uyanıyor. Gökten elmaları dökülmüştü halbuki."
“Saçları dağınıktı hep. Sigarası dudağının arasından düşmezdi. Kafasındaki tilkilerin kuyruklarını birbirlerine bağlardı. Yalanlar söylerdi... Yanındayken üşürdüm. Ama dudağının kenrıyla öyle bir gülerdi ki... Bir daha kimse gülmesin isterdim.”