“Orada, taş binanın önünde, öylece,sallanarak duruyordu, ağır ağır aralanan, kapanan, aralanan bir göz gibi. Yeryüzün kırış kırış derisinde eski bir yanık izi, bir doğum lekesi gibi. Son biçimine, insan biçimine ulaşamadan katılaşan, üzerine basıldıkça sınırlarından dışarı akan bir gerçeklik lekesi. Şaşırtıcı derecede öfkesizdi - her şeyi anlamış, her şeyi bağışlamıştı. Kaşları çatık, dikkati yoğunlaşmış, sesi duru, ciddi, neredeyse duygusuzdu, ama çok ender, bütün kaslarını ele geçiren bir seğirmeyle sarsılıyor, hummaya tutulmuşçasına titriyor, karanlık bir dalga, yüzünü boydan boya alıp götürüyordu. İki ıslak, yalnız yıldız gibi sönüyordu gözleri. Sanki yüreğindeki bir tornavidayı sıktıkça sıkıyor, bir çiviyi söküp çıkartıyor, kendi hikayesinde tamamlanmayı, uç vermeyi, zorlu bir çiçeklenmeyi başarıyordu.”