Ortaçağ dünyasında okuryazarlığın, eğitim düşüncesinin ve
ayıp fikrinin olmaması, çocukluk fikrinin oluşmadığının
göstergeleridir. Doğaldır ki bu öykünün içine sadece yaşamın
sertliğini değil, yüksek orandaki çocuk ölümü oranlarını da
eklemeliyiz. Kısmen çocukların var kalma
yetersizliklerinden dolayı yetişkinler, çocuklara yönelik
olarak normal kabul ettiğimiz duygusal bağlılıklar
gerçekleştiremediler. Yaygın görüş, iki ya da üçünün
yaşayabileceği yargısıyla çok çocuğa sahip olmaktı. Bu
temellerde insanlar, açıkça kendilerini çocuklara bağlı
kılmazlardı. Aries, beş çocuklu üzgün bir kadının komşusu
tarafından söylenen bir sözü kaydeden bir belge
alıntılamaktadır. Komşusu kadını rahatlatmak için şunu söylüyor: 'Yaşlandığında seni rahatsız etmelerinden önce sen
onların yarısını ya da belki de hepsini kaybedeceksin”.
yüzyılın sonlarına kadar çocuklar vasiyetnamelere bile dâhil
edilmezlerdi, çünkü yetişkinler, çocukların çok uzun süre
yaşayamayacağını düşünürlerdi.
Gerçekten de bundan
dolayı Avrupa'nın bazı kesimlerinde çocuklara cinsiyetsiz
cinsler olarak davranırlardı. Örneğin 13. yüzyıl İtalya'sında,
ölen çocuğun cinsiyeti asla kaydedilmezdi.
Fakat çocukluk
düşüncesinin yokluğunun bir açıklanma biçimi olarak, yüksek
çocuk ölüm oranlarına bu kadar çok önem vermenin yanlış
olacağına inanıyorum. 1730 ile 1779 arasında Londra'da ölen
insanların yarısı, 5 yaşın altındaydı, fakat İngiltere, daha
sonra çocukluk düşüncesini geliştirmişti