Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Selim SUÇEKEN

Murabahacı, Hristiyan toplumu için çifte korkutuculuğa sahip bir vampirdi çünkü bu paragöz yaratık çoklukla Yahudi'ye benzetilirdi; o tanrı ve bebek katili olan, kutsanmış ekmeğe saygısızlık eden Yahudi'ye. ... Faizle borç verme uzmanı olan murabahacı, bu dünya için zorunlu ama nefret edilen, güçlü ama savunmasız bir kişi hâline geldi. (Jacques Le Goff, Ya Paranı Ya Canını, Dergâh Yayınları, s. 12.)
Sayfa 12 - Murabahacı: 1.Bir malı çok fazla kârla satan kimse. 2.Tefeci.Kitabı okudu
Reklam
Jean Chesneau'nun raporunu tuttuğu Fransız Büyükelçisi D'Aramon'un gözünden Kanuni Sultan Süleyman'ın İran Seferi ve Erzurum: "Fırat Nehri'nin üzerindeki bir köprüden geçtik. Sonra Çoban Dede Köprüsü, Portaris ve Erzurum'a sekiz mil uzaklıkta olan tabii hamamlara [Ilıca] vardık. Erzurum şehri yakınlarındaki

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Modern toplumda giderek daha çok insan anlam yoksunluğu çekiyor. Her alanda ve her düzlemde çekiyorlar bu yoksunluğu: Çalışmayı anlamlandırmada, kendi hayatlarını anlamlandırmada, genel olarak hayatı anlamlandırmada. Anlam kuvvet verir, anlamsızlık kuvvetten düşürür. Insanlar bir anlam görürlerse, birçok şeye göğüs gerebilir, birçok şeyi alt edebilirler, bir anlam göremezlerse hemen hiçbir şeyin üstesinden gelemezler. Eskiden insanlar anlamın kaderde ve yüksek bir takdirde olduğunu farz ederlerdi. Anlamı sorgulamıyor, onu, bilincinde olmaksızın, başkalarıyla ve beşer dışı bir makamla olan güvenilir ilişkilerinde buluyorlardı. Modern çağda birçok anlam pınarının kuruması nedeniiyle anlam giderek daha işitilir biçimde sorgulanıyor. Maddi refah, hangi ideal hedefe hizmet ettiği aşikâr olmayınca anlam ve enerji kaynağı olamıyor, dolayısıyla anlam sorusuna tatminkâr bir cevap sunmuyor. Anlam boşluğunu maddi mallarla doldurmaya dönük her deneme daha ziyade kaygı doğuruyor, çünkü bunlar her zaman kaybedilebilirler. Modern insanlar anlamı nerede bulabilirler? Wilhelm Schmid, Mutsuz Olmak, İletişim Yayınları, s. 57- 58.
Buluşma yerine giden yola yalnız çıktım. Ama sessiz karanlıkta peşimden kimdir bu gelen? Ondan uzak kalmak için kenara çekilirim, ama kaçamam. Azametli yürüyüşü ile yerden toz kaldırır, her sözüme yüksek sesini katar. O benim küçük benliğimdir Efendim. Utanç nedir bilmez, ama onunla beraber kapına gelmekten, ben utanıyorum.
Sayfa 40 - Dergâh YayınlarıKitabı okudu
Reklam
... kötü öğütten daha iğrenç bir şey yoktur.
Sayfa 30 - ElektraKitabı okudu
"Kelimelerle düşünmemeye alıştırın kendinizi. Kelimelerin hayatından varlığın alanına geçiyorsunuz siz. Düşünmek de mutluluk gibi bir orta sınıf takıntısıdır. Onlar da şehirlerde ve sürü hâlinde dolaşırlar. Aynaya bakarlar saatlerce ve kendilerini gördüklerini zannederler. Oysa başkaları tarafından ve başkaları için kurulmuş bir surettir gördükleri. Aynaya baktığında kendini görmek onlara nasip olmayan bir ayrıcalıktır çünkü, çileli bir ayrıcalık... Lacan'a göre aynada kendini görememek çocukluğa, Arabi'ye göre kemâle işaret eder. Aslında ikisi de aynı şey değil mi? Ne elmadır ne de nar." Atakan Yavuz, Dünyanın Rengi, Dergâh Yayınları, s.22
İnsanlığın belli bir zümresini asırlarca parya diye ayaklar altında süründüren Hintli, üç asra yakın zaman Anglo-Saksonların zalim ayakları altında elbette sürünecekti. Esirliği meşrû sayarak esir insan sınıfı tanıyan Yunan hâkimi Aristo, Makedonyalı Filip'in şımarık çocuğuna görünüşte hoca olmayı lâkin iç yüzünde galip ve muzaffer efendisine milletiyle beraber esir olmayı elbette kabul edecekti. Tuna kıyılarında ihtirasından şahlanan İskender'in Ganj Nehri boylarına kadar yakın şarkın sinesinde açtığı yara, bu ülkede yaşayan kavimlerin hâlâ huzur bulamayan hayatına akıtılan ilk zehir olacaktı. N. Topçu, Yarınki Türkiye, Dergâh Yayınları, s. 301- 302.
Alparslan bu hikâyeyi dikkatle dinledikten sonra hiddetle gezinmeğe başladı. Çadırına çekildi. Bir müddet uyuyamadı. Sabaha karşı rüyâsında Türkân Kadın göründü ve dimdik ona doğru yürüdü. Alparslan'ın göğsünü açtı. Sinesinde bir küçük hilâl şeklindeki beni gösterdi. Alparslan'ın kendi oğlu olduğuna bu nişan bir delil idi. Onun yakasını tuttu, sarstı: -Uyan!... Yeryüzü seni ve oğullarını bekliyor... Cihâna kan yer, can ver... Yürü ve âlemi arkandan sürü!.. Ahmet Hikmet Müftüoğlu, Çağlayanlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, s. 18.
Reklam
Gençken ölümün nasıl gövdenin doğal bir davranışı olduğuna inandığım aklıma geliyor; artık yalnızca bir zekâ işi olduğunu biliyorum - yoksunluk acısını çeken kişilerin zekâları. Nihilistler bunun bir son olduğunu söylerler; İncil'e inananlar ise bir başlangıç; gerçekte tek başına bir kiracının ya da bir ailenin bir evden ya da bir kentten başka yere taşımasından daha fazla bir şey değildir. Döşeğimde Ölürken, William Faulkner, İletişim Yayınları, s. 38.
... Bir ticaret ülkesi olan İngiltere'de, Dover kıyısında yakalanan bir kaçakçı örnek olsun diye asılır, örnek olsun diye darağacında asılı bırakılır; ama hava koşulları nedeniyle çürümemesi için cesedin üzeri katranlanmış bir örtüyle kaplanır, böylece örtünün sık sık değiştirilmesi gerekmez. Ey tasarruf ülkesi! Asılanları katranlıyor! V. Hugo, Bir İdam Mahkûmunun Son Günü, İş Bankası Kültür Yayınları, s. XX.
"Barbarlar seyahat etmezler, onlar ya hedefledikleri yere giderler ya da akınlar düzenlerler."
"Temizlik imandandır" sözünü hatırlayacak olursak, Türklerdeki temizliğin biraz da dinlerinden geldiğini söyleyebiliriz. Türkler savaş sırasında bile yıkanmayı savsaklamazlar. Evliya Çelebi Seyahatname'sinin ikinci cildinde Azak Savaşı'ndan söz ederken, Silistre Valisi Kenan Paşa'nın dört bin düşmanı pusuya düşürdüğü günün akşamında Türklerin bir temiz yıkandığını anlatır. Türklerin bu yanını bilen, XVII. yüzyılda yaşamış Montecuculli adındaki bir Avusturya generali çevresine şöyle öğüt verirmiş: "Türklerle kış aylarında savaş etmelidir. Çünkü bunlar savaş sırasında bile yıkanmaya önem verdikleri için sık sık hastalanırlar." Türklerin temizliği önünde yabancılar da baş eğer. Théophile Gautier, İstanbul hamamlarında yıkandıktan sonra kendini o kadar dinlenmiş, o kadar aklaşmış bulur ki gökyüzü meleklerinin yanında yürüdüğünü sanır. Türklerin bu temizliğine karşı, Avrupalılar pisliğe dört elle sarılırlar. Tarihçi Michelet Büyücü Kadın adlı kitabında yıkanmanın ortaçağda yasak olduğunu yazar. Bedenine su değdirmek, o yıllarda suçların en büyüğüymüş. Nedir, Albert Malet Yeni Zamanlar adlı kitabında bu görüşe katılmaz. O, ortaçağda insanların, haftada bir yıkandığı inancındadır. Büyük şehirlerin çoğunda hamamlar olduğunu söyler Albert Malet.
Türkiye'de mevcut konuları ikide bir güncelleştirmeye çalışan, insanları bilinmesi gerekene değil de kendi bildiğine yönelten kişiler vardır. Bu bir Türk hastalığıdır.
72 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.