Kaşan şehrindenim
Fena sayılmaz halim,
Bir lokma ekmeğim var, biraz aklım,
iğne ucu kadar da zevkim.
Annem var, ağaç yaprağından daha güzel,
Dostlar, akan sudan daha iyi
Ben bir elmayla hoşnutum,
Ve bir papatyanın kokusundan.
Ben bir ayna, bir saf bağlılıkla yetiniyorum.
Bir balon patlasa, gülmüyorum,
Bir felsefe ay'ı ikiye bölerse, gülmüyorum.
Ben bıldırcın tüylerinin sesini tanıyorum,
Toy kuşunun karnındaki renkleri,
dağ keçisinin ayak izlerini.
Nerde ravent yetişir, iyi biliyorum.
Sığırcık ne zaman gelir, keklik ne zaman öter,
şahin ne zaman ölür,
Çölün uykusunda ay nedir,
Tutku sapındaki ölüm.
Ve sevişmenin ağızda bıraktığı ahududu lezzeti
Kimi zaman insanda "hayvanca" bir zalimlik olduğundan dem vurulur, ama hayvanlara yapılan korkunç bir haksızlık, bir hakarettir bu. Bir hayvan asla insan gibi zalim olamaz; böylesine ustalıklı, böylesine sanatsal bir zalimlik insanda olur sadece.
İnsan gerçekten Tanrıyı icat etti. İşin garip, şaşmaya değer yanı, Tanrının gerçekten var olması değil, böyle bir fikrin, Tanrı ihtiyacı fikrinin, insan gibi vahşi, zararlı yaratığın kafasında yer edebilmesi...
Dünyada beden ve zihnin dinlenmesi için ağaçların gölgesinden iyi tavan olamaz. Yarı uygar, yarı yerleşik, yarı göçer Türkmenler arasında geçirdiğim iki gün içinde, bunların bir yerde uzun zaman kalmaktan ve oturmuş bir yönetimden ne kadar nefret ettiklerini görerek şaşırdım. Birkaç yüzyıldan beri Özbeklerle yanyana yaşadıkları halde, bu komşularının ahlâk ve âdetlerinden hiçbir şey kabul etmemişlerdi. Oysa bu iki topluluk aynı kökten geliyor, aynı dili konuşuyordu. Buna karşın bir Özbek, bunlara, bir Hotanto'nun bir Avrupalıya yabancılığın dan daha fazla yabancıydı.
Hatta buralarda, çölde susuzluktan acı çeken bir adama bir damla su vermenin, yüz yıllık günahın bağışlanmasına neden olacağı anlamında bir söz vardır. Gerçekten de çölde böyle bir armağanın değeri ölçülemeyeceği gibi, bunun ortaya çıkardığı zevk ve neşeyi hakkıyla anlatabilmek de mümkün değildi.