erkeklerle kadınlar arasındaki en temel ve en önemli fark doğurganlıkmış ve bunu asla unutmamalıymışız. Dünyaya yaşam getirme yeteneğinin kadını evrenin kutsal gizemine erkeklerden daha çok yaklaştırdığını, annelik duygularının ona daha koruyucu ve barışçıl nitelikler kazandırdığını, dolayısıyla da hem kadının hem de insanlığın en iyi yanının bu olduğunu söylüyor. Diyor ki annelik becerisi kadının gücünün kaynağıymış. Teknoloji karşısında doğanın yok olmasına yalnızca kadınlar karşı koyabilir. Eğer dünyayı yeniden doğal esaslarına, doğal ritmine döndüreceksek, tıpkı annelerinin çocuklarına yaptığı gibi, bu gezegeni besleyip koruyup onunla birlikte eğlenip ondan bir şeyler öğreneceksek, saldırgan ve erkeksi bir sistem olan teknolojiyi olması gerektiği gibi, yani tedbirli, neşeli, özenli ve ancak doğayla tam bir işbirliği içinde kullanılacak bir araç olarak görmeliyiz. Doğa teknolojiyi yönetmeli, tam tersi değil. Ancak o zaman bütün bu baskı sona erebilir. İnsan türü için, yaşamın sürdürülmesi kadar önemli hiçbir şey yoktur. Kadının en önemli kozu da budur. Ama bebeklerin plastik rahimlerde ya da doğal olmayan başka yollarla üretilmesine müsade edecek olursak, kutsal yaşam sürecini erkeklere teslim etmiş oluruz. Dünya'nın nihai ve en önemli gücü de kafayı mantıkla bozmuş, akıl manyağı, sıkıcı teknokratların eline düşer. Ölüm şimdiden onların elinde ve onu hayatı bastırmak için kullanıyorlar. Eğer kadınlar izin verirse yaşam da onların eline geçebilir.
Çocukları için hep servet ve refah sağlamaya uğraşırlar. Böylelikle annelik ve babalık görevini en iyi bir şekilde yerine getirdiklerine inanırlar. Bu konuda Lev Tolstoy, gayet haklı olarak şu sözleri söylüyor.
“Hayattaki düzensizliklerin en büyük nedenlerinden biri şudur ki, herkes hayatında refaha kavuşmayı arzu eder, fakat hayatını terfi ettirmesini ve bizzat çalışma sonucunda hayatını daha iyi bir biçimde düzenleme ihtiyacını hissetmez.”
Herkes hayattan bir şey almak ister ama ona bir şey vermek istemez. Çoğu kimse hayata menfaatçi, zorba ve asalak olarak atılır. Hayatın anlamını bu asalaklıkta ararlar.
Böyle bir hayat anlayışı uzun yıllar boyunca acı içinde çocuklara aşılanır.
Kimler aşılar?
Anne-baba!..
Bu telkinlerle yetişen çocuklar, büyüdüklerinde zorba, aç gözlü, şehvet düşkünü, tembel ve vurdumduymaz olurlar.
En sonunda artık hiç kimseye ve hiçbir şeye sevgi ve bağlılık duymayan duyarsız gençler olur çıkarlar.
Gerçek anne sevgisinden yoksun kalmış kişiler, yetişkin yaşamda genellikle katı ve hırçın olurlar. Dolayısıyla böyle bir insanın dünyasına sıcak annelik duygularını yerleştirebilmek oldukça güçtür.
Detaylar: konumuzkitap.com/2024/02/gece-yo...
Ateşböceği Yolu, Kış Bahçesi, Büyülü Fırtına, Kış Bahçesi, Mucizeler Yağarken, Gerçek Renkler gibi birçok çoksatan romanının yazarı Kristin Hannah'ın aşka ve kaybetmeye dair dokunaklı romanı Gece Yolu'nu birlikte inceleyeceğiz.
Kristin Hannah'dan okuduğumuz ilk roman
Gece Yolu oldu. Yazarın kalemi öyle etkileyici ki şu an yazarın Büyülü Fırtına romanını okuyoruz. Eğer aramızda Kristin Hannah'ın kitaplarını okumayanlar varsa kesinlikle başlamalı. Pişman olmayacaksınız.
Gece Yolu annelik, kimlik, aşk ve affetmeye dair soruları derinlemesine işliyor. Hem kaybetmenin verdiği şiddetli acıyı hem de ümidin hayret verici gücünü gözler önüne seren aydınlatıcı, yürek parçalayıcı bir roman. Kristin Hannah aile özlemi, insan kalbinin direnci ve sevdiklerimizi affetme cesaretine dair unutulmaz bir hikâyeyi olabilecek en iyi şekilde anlatıyor.
Peki siz Gece Yolu'nu okumuş muydunuz? Kristin Hannah'ın başka hangi romanlarını daha önce okumuştunuz? Yorumlarda buluşalım!
Roman: