"İnsanları kazanmak için en iyi çare onların sevdiklerini sever görünmek, doğru dediklerine doğru demek..." diyor Molière Cimri'de. Çoğu insan, insan kazanmak için bu yolu izlediğinden unutuluyor her insanın tepkilerinin, doğrularının, yanlışlarının ve hayatlarının biricikliği. Annesi mi öldü, herkes ağlamalı, bağırmalı, isyan etmeli... Çoğunluğun doğru bildiği bu çünkü. Aksi gerçekleştiğinde cinayet suçundan yargılanılırken bile, yas sürecinde yaşadığı kendine has tepkileri; çoğunluğun doğrularıyla örtüşmediği için aleyhine bir delil olarak kullanılabiliyor ve bir "yabancı" diye adlandırılabiliyor insan, bu kitapta olduğu gibi.
Olayların merkezinde kendisi olmasına rağmen fikrinin bile alınmayıp yok sayılmasına "Kaderim benim fikrim alınmadan yazılıyordu." düşünceleri eşlik ediyordu kitapta birçok yerde. "Bu hayat benim ve benim de söyleyecek birkaç sözüm var!" diyerek isyan bayrağını kaldırmayı düşünüyor, sonrasında da söyleyeceği bir şey olmadığı kanaatine varıyordu Yabancı. Belki "söylesem de nasılsa kimse anlamayacak/anlamak için çaba bile göstermeyecek" diye düşündüğünden içinde kopan çığlıklara sessiz kalıyor ve böylece izin veriyordu başkalarının kendisini yönetmesine. Tıpkı günümüzdeki birçok insan gibi...
Kitabın genelindeki kasvetli, mutsuz havaya eklenen umut tanımı bu kitapta beni en çok etkileyen ve satırların film gibi gözümde canlanmasını sağlayan yer oldu. O yüzden incelememe o alıntıyla son vermek istiyorum:
"Umut, nefes nefese koşarken bir sokağın köşesinde, arkadan yetişen bir kurşunla vurulmaktı elbette."(s.99)