Cumhuriyet’in ilk yılları, kendini yeniden var eden güçlü bir kadının olağanüstü hikâyesi..
Bafra’da filizlenen Ankara’da yeşillenen Aliye’nin büyülü dünyası kitabın satırlarında bizleri misafir ederken, etrafında yer alan eli öpülesi kişileri bir kez daha yürekten sevgiyle anıyorum..
Cumhuriyet’in ilan edildiği gün ve devamında Medeni Kanun ile birlikte kazanılan haklar. Memleket soyadı seçme telaşında iken Aliye ve ailesinin yaşadıkları ise farklı bir karmaşa.
İleriyi gören, torununun okuması için elinden geleni fazlasıyla yapmaya çabalayan Cemile anne. Çaresizlik içinde ki Aliye’nin hayalini gerçekleştirmek için desteğini esirgemeyen baba şefkâti ile kol kanat geren Ruhi Öğretmen. Dost kavramını iliklerinize kadar hissettirecek Ferruh. Ve kalbin kıpırtısı ile başlayan kelimelerin yetersiz kaldığı aşk..
Kendi Gölgesinde
“ İstikbali hakikatli, yaşanabilir, manalı kılan, onurlandıran mazimizdir. Bu mazi insan dünyasının, neticede tabiatının en temel unsurudur; bizzat öğrenmesi icap eden, en mühim dersidir. Bundan ötürü tarihte olduğu kadar hususi hayatta da, kaçırılan dersin muhakkak kabarık bir maliyeti vardır.”
Okumaya devam ettiğim Hakime Aliye Hanım’ın can bulduğu eseri yorumumda daha ayrıntılı anlatacağım. Bir kadının tek başına yaptıklarını öğrenmek inanın gurur verici. Kaldı ki yaşanılanlar Cumhuriyet’in ilan edildiği yıllar. Geriye dönüp şöyle bir düşününce gıpta ile imreniyor olmak az kalacak. Canım @aylinbendis beni derinden etkilemeyi başardın ve eminim tüm okurlar bu yönde düşünecek..Final ile taçlanmayı sabırsızlıkla bekliyorum, yürek dolusu sevgiler..
“ Eserimi büyük bir ruh ağı gibi, birbirlerine saçlarıyla bağlanan o kadınlara ithaf ediyorum. Seven, doğuran, ümit eden. Binlerce defa düşüp yeniden ayağa kalkan. Eğilen ancak yenik düşmeyen kadınlara. “
“ İtalya. Giulia, babasının atölyesinde çalışan genç bir kadın. Babasının geçirdiği kaza sonrası nesillerdir faaliyet gösteren, aile yadigârı
“ Dışarıda bakımevi diyorlardı oraya, ama mezarım olacağını biliyordum ben. Hayattan umudunu kesmiş insanların sığındığı, kıyıda köşede kalmış barınaklardan biriydi. Kaçıklar çoğunluktaydı. Yapayalnız ölsünler, kazananların başına bela olmasın diye aileleri tarafından bırakılan yaşlılar da vardı.”
“ Küba’nın 47 yaşında intihar eden dâhi yazarı
“ Bazen en büyük hakikâtlerin bilgisinin en büyük günahlarla yan yana durduğunu unutma Settarhan. Aşkın nizamı parçalanınca her şey göze abes görünmeye başlar. İnsan içinden yenilenmeyince dışından eskir.”
“ Nar ağacının kesik gövdesindeki acıya baktı. Derin bir balta izi kalmıştı geriye ve nar ağacı, kesilirken ağlamıştı. Lâkin ağacın kökünden
“ Kimi taşra kentlerinde, bakanlara en karanlık manastırların, en donuk çorak toprakların, en kasvetli yıkıntıların uyandırdığı hüznü veren evler vardır.”
“ Klasik Fransız edebiyatının büyük yazarı #honerodebalzac ilk kez 1833’te yayımlanan #eugeniegrandet romanında taşra insanlarını ve onların özellikle parayla ilişkilerini kendine özgü
“ Annemle babam o kadar zahmete girip özel tasarım bir bebek yaptıracak olsalar, o zaman itaatkârlık, yumuşak başlılık ve kadir bilme genlerini ektirdiklerinden kesin olarak emin olurlardı herhalde diye düşünüyor insan.”
“ Anna hasta değil, ama on üç yaşına dek sayısız ameliyat, nakil ve operasyon geçirdi, iğneler vuruldu. Hepsi ablası Kate’in
“ Jackson, yol boyunca ilerleyen ve gitgide çevreye yayılan büyük, beyaz bir bölgedir. Fakat kentin siyahi kısmında, biz büyük bir karınca yuvası gibiyiz; etrafımız satılık olmayan eyalet topraklarıyla çevrili. Sayımız arttıkça yayılamıyoruz. Yalnızca şehrin bulunduğumuz tarafı kalabalıklaşıyor.”
“ Kaybolmuş ve adaletsiz bir dünya. Mississippi,
“ Hayattayken, belki bazı adaletsizlikler olabilir, ama ölünce herkes eşit muamele görür.”
“ İran’ın başkenti Tahran’da, on yedi yaşındaki Paşa 1973 yazını en iyi arkadaşı Ahmed’le birlikte evinin damında geçirir. Gelecekleri üzerinde konuşur, hayat hakkında yakıcı sorular sorarlarken, bıçak gibi keskin sırlarla ve kabullenilmesi zor gerçeklerle yüzleşirler.
Paşa’yı, İran’ın devrime yaklaşılan döneminde, Şah’ın zalimliğiyle yankılanan sokaklarda, çocukluktan yetişkinliğe geçişin, büyümenin sancıları beklemektedir. Şimdi damlar daha karanlık, ama yıldızlar daha parlaktır.
Etkileyici ve duygusal olarak güçlü olan bu romanda, Mahbod Seraji hepimizin ortak paylaştığı insani deneyimleri, yani gülümsemeleri, gözyaşlarını, aşkı, korkuyu ve her şeyden öte umudu zihinlere ustalıkla işlerken, aynı zamanda eski Fars kültürünün içinde ateşlenen güzellik ve zalimliği gözler önüne seriyor.”
Kültürler farklı olsa bile insanların yaşadıkları hep aynı. Etkileyici bir okuma oldu benim için. Zalimler kendi çıkarları uğruna hayatları yok ederken umudun bir araya getirdiği insanların yaşam mücadelesi bizlere ışık olacaktır eminim. Son sayfalar gözyaşlarının sevgi seline dönüşmesiyle beni derinden duygulandırdı. Anladım ki; gerçek sevgi fedakârlık gerektiriyor..