Yetmiş küsür yıl sonra, bir gece yarısı sessiz bir konağın yarı karanlık salonunda Hüsrev Bey, hayatınız tek cümleyle özetleyecekti torununa. “Bir insanı öldürmek onu sevmekten çok daha kolaydır.”
Karşındakinin duygularını harekete geçirecek hamleyi yaptıktan sonra o duyguların birbiriyle nasıl çarpışacaklarğını, nasıl kavisler alacaklarini ve nerede duracaklarını ön göremiyordun.
İlk hamile çok açık ve netti.
Ondan sonrası ise tam bir belirsizlikti.
Toplara vurup birini üzebiliyordun, toplar durduğunda bir bakıyordun ki üzülen sensin.
Gücünü arttırmak için toplara vuruyordun, bir bakıyordun ki elindeki iktidarı da kaybetmişsin.
İhaneti başlatıyor sonunda ihanet edilen sen oluyordun. 
Ve hep aynı şeyi farkediyordum.
İnsanın ilk hareketi yaparken hissettiği büyük güvenle, daha sonraki gelişmeler karşısındaki çaresizliği arasındaki o korkunç uçurumu.
•Tanrı’nın istediği iyilik mi yoksa iyiliği seçebilme şansına sahip olabilmek mi?
•Kötülüğü seçen biri gerçekte iyiliğe zorlanan birinden daha mı geçerli Tanrı’nın gözünde?
Gülüş emine babadan geçen bir şeydir, annen baban gülüyorsa sen de gülersin, onlar gülmüyorsa istediğin kadar içinden gelsin senin yüzüne bir tebessüm layığınca oturamaz.