Bir de Nietzsche’nin o sözleri söylemekte gösterdiği cesaret! Bir düşünün! Ümidin en büyük kötülük olduğunu söylemesi! Tanrı öldü demesi! Hakikat, onsuz yaşayamayacağımız bir yanlıştır demesi! Hakikatin düşmanı yalanlar değil, inançlardır demesi! Ölümün son iyiliği bir daha ölünemeyecek olmasıdır demesi! Doktorların, insanların kendi ölümlerini ellerinden almaya hakları olmadığını söylemesi! Kötücül düşünceler! Bu fikirlerin her birinde de Nietzsche’ye itiraz etmişti. Ama bunlar sahte itirazlardı; kalbinin ta derinlerinde biliyordu ki Nietzsche haklıydı.
Freud haklı: Beyinde karmaşık düşüncelerin saklandığı bir depo olmak zorunda; bilincin ötesinde ama hep uyanık, her an kendini göstermeye ve bilinçli düşünceler sahnesine çıkmaya hazır, diye geçirdi aklından.
"Biri size kötülüğe dayalı bir öngörüsünden bahsedersen ve sizde bu kötülüğü hayal edip gözünüzde canlandırmaya başlarsanız, bu gücü göreve getirmemişsiniz demektir. Ne bor başkası ne de kendiniz için kötü düşünceler hayal edin."
Bu anlamda hukuk, aslında, gerçeği ortaya çıkarmak ya da adaleti gerçekleştirmek gibi bir görevle hareket etmez- tabii bunun tam aksine, gerçeği ortaya çıkardığı ve adaleti sağladığı yalanını atar. Tek bir amacı vardır; "[...] gerçekten ve adaletten bağımsız olarak, sırf yargı peşindedir [...] hukukun nihai ereği, bir res judicata'nın (kesin hüküm) ortaya koymasıdır; öyle ki bu res juridica'da hüküm, yanlışlığına ve adaletsizliğine rağmen doğru addedilerek, doğru ve adilin ikamesi haline gelir."