Kendisini otelle sınırlayan bir adam… Zebercet… ve gecikmeli Ankara treniyle gelen bir kadın…
Her şey başlıyor, başladığı günden 22 gün sonra bitiveriyor… Pazar günü başlıyor, pazar günü bitiveriyor… Bitiş ama ne bitiş… Ah Zebercet! Ah Ortalıkçı Kadın…
Sevgili Okur… Kitabı okurken hem Zebercet’i anlamaya çalışıp hatta zaman zaman sevmeye başlayıp hem de nefret ettim…
Gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın bir türlü gelmiyordu… Kadın perşembe gecesi gelmişti, nüfus kağıdı yoktu, yüzüksüzdü… Bizim Zebercet kadının adına ne yazmalıydı… Kadın gitti, gelecekti belki… Ama gelmiyordu… Kadın gelmedikçe bizim Zebercet’in çocukluktan bastırılan birtakım duyguların da etkisiyle cinsi iştahında epey bir artış gözlemleniyor. Bu da ruh sağlığını bozma hususunda oldukça fazla etki ediyor…
Peki ya Karamık… Otelin erkek kedisi… Nereden çıktı demeyin. Yazar bilinç akışı, iç monolog, iç çözümleme… Akla gelen tüm modernist ve postmodernist teknikleri başarıyla kullanmış… Akıcı mı? Bence evet… ama bazen hayır… Güzel mi? Bence harika… Ustaca bir eser…
Romanın ismi? İşgal yıllarında direniş göstermemiş kasabaların yurtseverlik coşkunluğuna inat!
Ailedeki sıkıntıların bütün bir hayatı yaşanamaz kıldığını berrak sular gibi apaçık bazen açık seçik vermiş Yusuf Atılgan…
Sahi ya Zebercet’in bıyığı var mıydı sizce?