Karınca Adası'nın gerçekte var olmadığını öğrenince küçük bir şaşkınlık yaşadım. Çünkü ada o kadar bilindik, hayattan ve yaşayan insanlarla doluydu ki...
Romanda Türk-Yunan nüfus mübadelesini görüyor ve yaşıyoruz. Mübadele nedeniyle boşaltılmış olan Karınca Adası'na farklı bölgelerden insanlar gelip yerleşerek zamanla bir topluluk oluşturuyorlar. Bu insanlar farklı etnik ve dini kimliklere sahipler ama ortak (kanayan) noktaları savaşın bıraktığı acı yıkım. Ve bu ortak nokta insanları birbirine samimiyetle bağlıyor.
Kitap aynı zamanda halkın kurtuluş mücadelesinden ve geleceğe dair umutlarından da bahsediyor:
"Yalan, bin kere yalan dağlarda doksan bin kişi donup öldü diyorlar, yalan, bin kere yalan koskoca bir ordu öldü o dağlarda, düşmana bir tek kurşun atmadan."
- “Girdik ama buna çarpışma denmez. Daha savaşa giremeden hepimiz öldük. Hepimizi öldürdüler.”
- “Biz Gelibolu’da hem savaşa girdik hem de öldük hem de çok çok öldük. Sizi bit yedi, soğuk dondurdu, bizler kurşunla, süngüyle öldük. Öldük, koca imparatorluk da bizimle öldü. Buna da, bu günümüze de çok şükür. Yanan Anka kuşunun yumurtasından cumhuriyet ve asil ve necip ve celil Türk milleti çıktı.”
- “Çok şükür çıktık efendim.”
- “Osmanlı yedi yüzyıl yaşadı, cumhuriyet ilelebet yaşayacak.”
- “Yaşayacak efendim. Hem de daha çok.”