Amok Koşucusu oldu bu yıl. Beni muhteşem derecede etkiledi diyemem fakat bir günde bitirilebilir, akıcı, tabii ki yazarın çok güzel psikolojik analizleriyle dolu keyifli bir kitaptı. Nitekim bu ayı yine aynı yazarın
Geçmişe Yolculuk kitabıyla kapattım ki iki kitabın da ortak noktası, yazarın çok insani bir konuyu ele alıp size muhteşem bir hikaye sunması.
Bir sonraki kitabım olan
Tao Te Ching açıkçası benim tarzıma çok hitap eden bir kitap değildi. Simyacı kitabını okuduğumda da buna benzer bir hayal kırıklığı yaşamıştım. Sanırım bu iki kitap, yaş olarak biraz daha 20'lere yakınken veya lise son çağlarında okunursa daha keyif verici olabilir. Zira belli bir yaştan sonra sanki birisi bildiklerinizi size tekrarlıyor gibi hissettiriyor. Fakat
Tembellik Hakkı kitabı, bu ay benim beynimde yeni bir sekme açma görevini fazlasıyla tamamlayan bir kitap oldu. Kısacık bir kitap olsa da sunduğu konu ve dolayısıyla sizi düşünmeye davet etmesiyle yankısı büyük bir kitap zannımca.
Otomatik Portakal, filmini izlediğim için okumayı ertelediğim ama kesinlikle ertelememem gerekirmiş diye düşündüren bir kitaptı. Okurken yazarın üslubundan çok haz etmesem de, ki bunun yazar değil de anlatıcı karakter kaynaklı olduğunu düşünsem de, birçok açmaza ışık tutan ve satır arasından sorular soran, birçok konuyu irdelemenize vesile olan bir kitap olması nedeniyle bence mutlaka okunması gereken bir kitap.
Bu ay içerisinde çok sevdiğim başka bir yazar olan
Gezgin adlı iki kitabını daha okudum. Her ne kadar hiçbiri bende Ermiş kitabı kadar büyük etki uyandırmasa da sakin, akıcı bir şeyler okumak istediğimde elimin gittiği bir yazar oldu Halil Cibran. Bir oturuşta bitirilebileceği gibi, çapraz okuma için de uygun kitaplar olduğunu düşünmekteyim. Ayrıca çok yoğun bir zamandaysanız, yazarın kitaplarının elinizin altında bulunması bence hayat içerisindeki o küçük soluklanma anlarına eş değer.
Bir türlü ısınamadığım ama şans vermek istediğim için
Dava adlı romanını, uzın zamandır beni bekleyen raftan aldım. Fakat maalesef yazarın bir şeyleri anlatma üslubundan mk, melankolik havasından mı, yoksa konunun bir anda neredeydik nereye geldik diye beni anlamlandıramadığım yerlere savurmasından mıdır bilmiyorum, bir türlü keyifle okuyamadım. Çok ünlü, çok bilinen ve asla yargılayamayacağım kadar şanını hak eden bir yazar elbette, fakat bana iyi gelmiyor sanırım.
Yoğunluk zamanlarım çok fazla olduğu için, bulabildiğim boşluklara daha akıcı, çok düşünmemi gerektirmeyen, keyifli kitaplar ekleme gereksinimi duydum bu ay ortalarında. O yüzden
Bir Yaz Gecesi Rüyası olmak üzere iki tiyatro eserini okudum ve kendisiyle geç tanıştığım için çok üzgünüm. Yazarın kalemi çeviriyle bile bu kadar eşsizse, orijinal ve yalın hale getirilmemiş diliyle kim bilir nasıl güzeldir diye düşünmeden edemiyorum. Yine de tiyatrolarını daha önce izlemiş olduğum bu eser, yazıldığı zaman şartları içerisinde değerlendirmek için kendimi zorlasam da benim feminist yanlarımı gıdıklandırdığı için biraz keyfimin kaçtığı noktalar oldu.
Muhteşem Gatsby, sanırım bu ay okuduğum en ilginç kitaptı diyebilirim. Kitabım kapağını kapattığımda sevmediğimden emindim, birkaç gün geçtikten sonra ise damağımda kalan o buruk hissiyatını sevdiğimi fark ettim. Okurken yazarın çok hızlı geçişlerle oradan oraya savurması, konudan bağımsız insanların spesifik detayları üzerinde odaklanıp bir anda bundan hiç bahsetmemiş gibi bambaşka bir şeyler anlatmasıyla anlatımın beni zorladığı bir kısım vardı kitabın başlarında ve kitabı okurken bunun negatif etkisini üzerimden çok atamadım. İlerleyen sayfalarda ise çok bildiğimiz bir konu iileniyor gibi hissettim, fakat kitabı kapattıktan sonra yazarın bize üzerine düşünmemiz için ucu açık bıraktığı noktaları düşündüğümü, bunu da sevdiğimi fark ettim. Eğer ilk başlarda kitap sizi yorarsa pes etmeyin, biraz şans verin. Ve sanırım eklemem gerek, tüm bu söylediklerimi kopyala-yapıştır yaparak
Boksör Böcek kitabına da ekleyebilirim. Konu olarak her ne kadar çok farklı olsalar da aynı okuma güçlüğünü hissettiğim ama sonrasında beni mutlu eden bir kitaptı kendileri.
Ve yoğunluğum arasında kitap okuma alışkanlığımı kaybetmek istemediğim için, lise yıllarımdan beri çok sevdiğim bir tür olan gizem, gerilim türü romanlara tekrar bir şans vermek istedim. O yıllarda okurkenki kitabı elimden düşürememe heyecanım maalesef ki yetişkinliğin getirdiği sorumlulukla pek olamasa da, benzer bir duygu içerisinde bulunmak hoşuma gitti. Öyle ki
Sandığın Kişi Değilsin kitapları, kitaplığımda kendilerine değişmeyecek bir yer edindiler bile. Koşa koşa gidip birkaç tane daha bu tür kitaplar aldım tabii ki.
Bazen kitaplara ömrüm yetmeyecek gibi hissediyorum ki nitekim halen aklımızda okumak istediğimiz kitaplar varken öleceğiz. Bu yüzden kendimi çoğunlukla "Hayır, sana bir şey katmayacak bir şey okuma!" derken buluyordum. Fakat bazen hayatın olanca yoğunluğuyla üstünüze geldiği, sizi sorumluluklarınız ve zorunluluklarınızla kuşattığı zamanlarda beyninizde tek bir ek bilgiye bile yer olmayabiliyor. Bu yüzden bu zamanlarda okumaktan uzaklaşmamak ve daha önemlisi size iyi gelmesi adına, ne okumak size çok keyif veriyorsa onu okumanız gerekiyor belki de. En azından bu önerimin kendimce işe yaradığını söyleyebilirim.
Kitaplarla kalın,
İyi okumalar dilerim.