Bu güzel yorumunuz için teşekkür ederim Eylül Hanım. Ne güzel özetlemişsiniz durumu.. evet öyle gerçekten. Yeter ki o kalb, asıl gerçek kalb sahibinin her daim yanında olduğunu hissedebilsin....
Cümlelerinizi okurken, bir yandan da düşünmeğe başladım ve düşündüğüm şey de şu oldu: Demek ki hakikaten insanda olan inanç, başına gelen çok felaketlerin, müsibetlerin üstesinden kolaylıkla gelmesine yardımcı oluyormuş. Aynı zamanda da ümidini kaybetmemesi için, kuvvetli bir imana sahip olması lazım ki desin: "Lutfun da hoş, kahrın da hoş"..diyebilsin. Bu sözleri söylemek her insana müyesser olmuyor maalesef..
Benim de bir tanıdığım Resul adında bir abim var. Kendisi hem anne hem babadan yetim kalmış. Bir gün, belli bir rahatsızlığından dolayı hastaneye gitmiş. Muayene eden doktor da, kesin olarak söylemiş ki, " bundan sonra dört yaşarsanız sevinin" diye.. neyse bu hiç aldırış etmeden, hiç kimseye bir şeyler anlatmadan, ümitsizliğe düşmeden kaldığı yerden devam etmiş hayatına. Şimdi aradan neredeyse 10 yıl geçmiş ve hala yaşamakta ve şu an Norveç'te, İslâmı anlatmakla hizmetine devam etmektedir..
Şimdi bu insan, doktor teşhisi koyar koymaz ümitsizliğe düşseydi, ağlayıp sızlasaydı, önüne gelene "şu kadar ömrüm kaldı" deyip, hem kendinin hem başkalarının kalbini hüzünlere gark etseydi ne olurdu? Elbette ki doktorun dediği olurdu (doğrusunu Allah (c.c) bilir). Ölmeden önce, ölmüş olurdu. Ne kalan 4 aydan bir lezzet alabilirdi, ne de etrafındaki insanların rahat yaşamalarına olanak sağlamazdı.. ama o ne yaptı, hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya devam etti. Asıl yapılması gereken de bu değil midir? Ne olursa olsun ümitsizliğe düşmemek, Allah'tan ümidini kesmemek değil midir? Ne demiş Peygamber Efendimiz (a.s.m): Kıyametin kopacağını görecek olsanız bile, elinizdeki gidanı dikmeğe bakın dememiş mi?..
Velhâsılıkelâm, İnsan Yaratanına dayandığı müddetçe güçlüdür, inançlıdır, ümitlidir. Gerisi sadece kendini kandırmaktan başka bir şey değildir..
Katkınız için, düşüncelerinizi paylaştığınız için tekrardan teşekkür ederim Size.