Kalabalık, anlamı ve gereği üzerinde en küçük bir kuşku duymadan söyleneni yapmanın ruhsuz huzuru ile trafik ışıklarında durup, taşları yerinden oynamış kaldırımlara kişiliksiz bir öfkeyle söylenerek, akşama dek bir kez bile kullanmadığı, ne işe yaradığını çoktan unuttuğu aklının sağır uğultusuyla, başı sonu belirsiz günlük yalnızlığını akıyordu. Bu akış içerisinde her gün biraz daha eğilen gövdesinden, şimdi çok derinlerde pır pır eden ve yaşama sevinci adına elinde tek olanak olarak kalan ışıklardan biri daha sönüyordu her seferinde. Plastik saksılarda tıkanan çiçekler, balıkçı tezgâhlarında bir etikete dönüşmüş balıklar, döviz büfelerinde tükenişin sayacı kur panoları, ışıklı vitrinlerin mevsimlik modaları ve lokantaların önünde üst üste yığılmış içki kasaları bu büyük yalnızlığa uzak, soğuk, üzgün ve ezici bir dekor oluşturuyordu.
İçki, hadi rakı diyelim, ruh hâlinin süratle değişmesine sebep olur. Hınzırın mide asidine bir gıdım minneti, bağırsak florasına zerre miskâl müdânaası yoktur. Sindirilmek için onun bunun enziminden ricacı olmaz. Ağızdan girsin, yeter. Dil ve diş etleri arasında şöyle bir gezinir ve bulduğu her delikten sızarak hızla kana karışır. Bu, rakıyı kafasına diken zat ile birlikte o zatın vücudundaki yüz trilyon hücrenin de zom olması anlamına gelir. “Ben sarhoşladım ama hücrelerim gayet şuurluydu.” diyemezsin. Sen içersen hepsi içer. Ondan sonra seyret.
Bütün resimler sana benziyor
Hayret
Bütün aynalarda sen varsın
Nereye gitsem peşimden geliyorsun
Şimdi sigarasın dudaklarımda
Biraz sonra beyaz bir kağıt
Ve akşam içtiğim bir kadeh içki olacaksın