Ahmed Arif'im nahif şairim, güzel kalpli ve ince ruhlu şairim. Herkese hak ettigini veren adam, zalimin ensesine çöken, mazlumun yanında duran kocam yürekli adam...
Ahmed Arif'in tek kitabı olan Hasretinden Prangalar Eskittim'i tüm şiir severlere tavsiye ediyorum.
"Terketmedi sevdan beni,
Aç kaldım, susuz kaldım,
Hayın, karanlıktı gece,
Can garip, can suskun,
Can paramparça...
Ve ellerim, kelepçede,
Tütünsüz, uykusuz kaldım,
Terketmedi sevdan beni..."
Terketmedi sevdam beni,
Aç kaldım, susuz kaldım,
Hayın, karanlıktı gece,
Can garip, can suskun,
Can paramparça…
Ve ellerim, kelepçede,
Tütünsüz, uykusuz kaldım,
Terk etmedi sevdan beni…
Kinayesi buymuş meğer hayalin
Gözlerimi tutuşturan bir yüzün
Ortasında kalakaldı yüreğim...
Sanma avareyim, pare pareyim
Kalkıyorum şimdi düştüğüm yerden
Sana değil kendi rüyalarıma darılmışım
Küserek gidiyorum
Gece bir kabustu, doğmadı güneş
Ülkem karanlıktı, Sokağım kördü
Bahçe kapısında dikilip durdum
Ruhumu dikenli tellere sardım
Günlerce göğümde kaldı bulutlar
Sessizce bekledim, baktım nafile
Umudumu keserek gidiyorum
Belli ki yağdımı silecek zaman
Penceremden sana bu son bakışım
Bu son dokunuşum, köşe taşına
Yenildim, saklamak artık boşuna
Tarumar eyledin, bahtımı heyhat!
Tebessümle yaktığımız lambalarının
Işığını kısarak gidiyorum...
Korktuğumuz tek şey karanlıktı. İçimizde filizlenen bir din, kafamızda görülmeyen bir dünyaya dair bir fikir yoktu. Sadece gerçek dünyayı biliyorduk ve korktuğumuz şeyler gerçek şeyler, somut tehlikeler, kanlı canlı yırtıcı hayvanlardı. Karanlıktan korkmamıza neden olanlar da onlardı zaten, çünkü karanlık demek, onların av zamanı demekti...
Muhtemelen karanlığın gerçek sakinlerine karşı duyulan bu korkudan, zaman içinde gerçekdışı sakinlere duyulan korku gelişecek, görünmeyen sağlam ve güçlü bir dünyada doruğa çıkacaktı. Muhtemelen hayal gücü geliştikçe ölüm korkusu da artacak, sonunda Halk* bu korkuyu karanlığa yansıtacak ve onu ruhlarla dolduracaktı...
"Yıldız ışığı," diye mırıldandım. "Yoktu değil mi?" Bilincim uyku ve uyanıklık arasında gidip geliyordu. "Burası hep böyle karanlıktı ama benim görmeme hiç izin vermedin. Burada kaldığa onca zaman."
"Çok uzun süre buradaydı," diye fısıldadı. "Sen doğduğunda yıldız söndü."
"Onu sen yaratıyorsun," dedim. Gördüğüm ışık sadece bir illüzyondu.
"Eski bir alışkanlık." Elimin tersine dudaklarını bastırdı. "O yıldız sadece benim krallığımda parlıyordu."
"Onu özlüyorsun..." Sesimin kırılmasına mâni olamadım. Çünkü o sadece ona aitti. O her zaman onun yanı başındaydı. Ama ben yoktum yanında.
"Seni özlüyorum, Nova."
Ve ben artık buradayım ama o hâlâ yıldız ışığına bakıyor.
Hiçbir şey düşmedi ama yemin ederim kırılma seslerini duydum.
Yokluğumu varlığımdan daha iyi tanıyor.
O kavşaktan her yere yollar gidiyordu, kuzeye, güneye, doğuya ve batıya. Fakat bizim için hiçbir yere gitmiyordu yollar. Adım atsak karanlıktı. Adım atsak boşluktu. Bizim için kartondandı sanki dünya, adım atsak elimizde buruşup kalacaktı.
Zifiri karanlıktı. Derin bir sessizlikle sisler arasında hedefe ilerlerken yüzlerini okşayan rüzgâr değişik duygulara bürünmelerine sebep oluyordu. Zafere inanmış insanların kimisi uçsuz bucaksız dünyada kendini yalnız hissediyor; kimisi gönüllü olarak iştirak etmekle iyi mi, kötü mü yaptığının kararına varmaya çalışıyor; bazısı da göğüs göğüse çarpışmanın sabırsızlığını duyuyordu.
SEVDAN BENİ
Terk etmedi sevdan beni,
Aç kaldım, susuz kaldım,
Hâyın, karanlıktı gece
, Can garip, can suskun,
Can paramparça...
Ve ellerim, kelepçe de,
Tütünsüz, uykusuz kaldım,
Terk etmedi sevdan beni...
Beni bir hareketinizle cennetin yedinci katına çıkarabilecekken böylesine canımı sıkarak bana acı vermeniz ne zalimce!
Ruhum gece yarısından bile daha karanlıktı ki kaleminiz, "Işık olsun" dedi ve sözünüzün emriyle ışık oldu..
Terketmedi sevdan beni,
Aç kaldım, susuz kaldım,
Hayın, karanlıktı gece,
Can garip, can suskun,
Can paramparça...
Ve ellerim, kelepçede,
Tütünsüz uykusuz kaldım,
Terketmedi sevdan beni...