İktidar kanla beslenen bir organizmadır. Kendisini yöneten insanları güç kadar kötülükle de ödüllendirir. İster Romalı olsun, ister Osmanlı, bir kaç istisna dışında eline kan bulaşmamış hükümdar yok gibidir.
"Bazen hayatta bir hedefe gerek yoktur," diyorum savunmaya geçerek. "Resmin tamamını görmene gerek yoktur. Yalnızca bir sonraki hareketin ne olacağını bilmek yeterlidir."
Kafamı ellerim arasına gömüyorum, dirseklerimi masaya dayıyorum, göğsümde atan kalbimin ritmini dinliyorum, sanki bir soruyu tekrarlar gibi. Ne yapacağım? Ne yapacağım?
Ve her saniye tek bir cevaba doğru itiliyorum. Mantıklı cevaba. İnsana en anlamlı gelen cevaba.
Ne olduğunu biliyorum. Yalnızca bununla yüzleşmeye hazır olup olmadığımdan emin değilim.
Bir de şunu ekleyeyim, bir süreden beri bu gezegende renkleri daha canlı, olayları daha az ciddi, kışları daha az sert, dayanılmazı daha dayanılır, güzeli daha güzel, çirkini daha az çirkin gösterme, kısaca hayatı bana daha güzel gösterme gücüne sahip bir insanın olduğunu keşfettim.
Bir ölüme, bir travmaya ya da Guiseppe'nin durumundaki gibi bir uzva değer biçerken, bilirkişilerin nasıl bir hesaplama yöntemini kullandıklarını kendine hep sormuştu.
..., bu körlerin ruhları şimdi hiç olmadığı kadar serbestti, bedenlerinin dışındaydı, dolayısıyla istediklerini yapmakta çok daha özgürdüler, özellikle de kötülük yapmakta, ki, herkesin bildiği gibi, kötülük, daima en kolay yapılan şeydir.
Zaman geçtikçe, birlikte yaşarken ve genetik değişimler olurken, vicdanımızı giderek damarlarımızda dolaşan kanın rengine ve gözyaşlarımızın tuzuna buladık, bu da yetmiyormuş gibi, gözlerimizi içimizi gören birer aynaya dönüştürdük, sonuçta gözlerimiz, ağzımızla inkâr etmeye çalıştığımız şeyleri çoğu zaman hiç çekincesiz gözler önüne serer hale geldi.
Tanrı bile insanlar hakkındaki hükmünü, ömürleri sona erdikten sonra veriyor da, biz âciz insanlar kim oluyoruz ki onları, birkaç kez görmekle, haklarında iki üç yazı okumakla, birkaç dedikodu dinlemekle, haklarında hüküm verebiliyoruz?
Michelangelo'ya bir gün, nasıl bu kadar güzel heykeller yaptığı sorulduğunda; güzelliğin aslında taşın içinde var olduğunu ve kendisinin sadece aradaki fazlalıkları çıkardığını söylüyor.