Dünya Bankası’na yönelik merakımın gelişmesi, sivil toplum örgütleri (STÖ) hakkında yaptığım bir çalışma dolayısıyla oldu. STÖ’lerin, 1990’ların sonlarında neden bu denli önemli
ve etkili hale geldikleri sorusunu yanıtlamaya çalışırken, Birleşmiş Milletler’in ,ama özellikleDünya Bankası’nın bu örgütlere yoğun ilgisi dikkatimi çekti. Banka hem yayınları içindeSTÖ’lere yönelik çok sayıda çalışmaya yer veriyor hem de mali kaynaklarını bu örgütleredoğru yönlendiriyordu. Banka’nın bu örgütlere
ilgisinin kaynağı neydi ? Bu soruyu yanıtlamak için araştırma yaparken, Banka’nın yeni uluslararası düzen ve dünyaekonomisi içinde politikalar ve hatta ideoloji üreten en güçlü kurumlardan biri olduğunugördüm. Dünyanın dört bir yanında, ama özellikle Üçüncü Dünya’da elini atmadığı bir alanneredeyse yoktu. Hindistan’daki bir sulama projesinden, Guatemala’daki bir yoksulluğu azaltma projesine; Türkiye’ye belli bir süre için karşılıksız ve uzun vadeli verilen bir borçtan ,Afrika’da iç savaşlar sonrası yeniden yapılanma programlarına kadar…
Binlerce hatta milyonlarca insanın kaderinin yakından ilişkili olduğu bir kurumdu Dünya Bankası. Üstelik90’lardan itibaren gerek akademik hayatta gerekse entelektüel kesimlerde yaygın olarak kullanılan kavramların, üzerine gidilen sorunların ve araştırma konularının hem biçimlendirilmesinde hem de dolaşıma sokulmasında diğer uluslararası kurumlarlakıyaslanamayacak bir rol yüklenmişti. “Yönetişim” kavramı ve “yoksulluk” sorununa yönelik ilgi hem Banka’nın başlatıcı olduğu bir sürecin içi
nde vuku buluyor hem de Banka bizatihi
kavramların içeriğini belirliyor ve gündem konularını oluşturuyordu.