Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

İki Yakın Halk İki Uzak Komşu

Hrant Dink

İki Yakın Halk İki Uzak Komşu Gönderileri

İki Yakın Halk İki Uzak Komşu kitaplarını, İki Yakın Halk İki Uzak Komşu sözleri ve alıntılarını, İki Yakın Halk İki Uzak Komşu yazarlarını, İki Yakın Halk İki Uzak Komşu yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Hiçbir ulus kendi tarihinden bütünüyle kaçamaz, ancak onu aşabilir. Ancak aşmak için de, tarihle hem içsel hem de başkalarıyla ilişkili olarak yüzleşmek gerekir. Ve bu başkaları da, ortak bir hareketle kendi tarihleriyle yüzleşmelidirler.
"Bakın, bir şey doğrudur... Ermenilerin bu topraklarda elbette gözü var. Ama o göz gelip de bu toprağı sırtlayıp götürmek, ya da bu toprağı parçalamak için değil. Korkmayın onlardan... Onlar bu toprağı götürmeye değil, toprağın kendisi olmaya hasretler. Hepsi bu..."
Reklam
Kör bir kuyunun 1915 metre dibindesiniz, yukarda kuyunun ağzında ışığı görüyorsunuz. İçinizden birileri "Ümidini kesme, dayan, bir gün o ışığa kavuşacağız" diyor, güya sizi ayakta tutmaya çalışıyor. Oysa bir başka yolu daha var ışığa uzanmanın: Kuyuyu tırmanmaya çalışmak... İşte bu fırsat doğmuş ama hâlâ o birileri, sizi o kuyunun tarihsel derinliğinde tutabilmek için aynı vaazı inatla tekrarlıyorlar. Diaspora'nın sessiz çoğunluğu tırmanmaya yeltenip kurtulmaya çalışmalı o kör kuyudan. Ufak bir gayret, rüyanın zaten gerçekleşmiş olduğunu göstermeye yetecek de artacak. Yok, eğer o kör karanlıkta rüya görmekte inat edilecekse, ışığın günahı ne, gerçeğin günahı ne?
Karşılaştırmalı bilgiye erişmiş toplumların diyalog kurabilmeleri ve birbirlerine empatiyle yaklaşmaları çok daha mümkün. Başkalarının konuşmasından ziyade sorunun asıl sahipleri olan bizlerin konuşması da ancak bu yolla sağlanabilir. Bu noktada acıyı sırtlayıp onurla taşımak sözünü özellikle vurgulamak isterim. Ermeni dünyasına da bu üsluba sahip çıkması için sesleniyorum. Bizim gerçeğimiz ancak başkaları kabul edince mi gerçeğe dönüşecek? Bizim gerçeğimizin, bir zamanlar bu acının yaşanmışlığına bizzat tanık olmuş devletlerin kabul etme insafıyla, kabul etmeme insafsızlığı arasında sürekli bir malzeme olarak kalması mı içimizi rahatlatacak? Onların vicdanlarındaki pasın kiri mi bizim yüreklerimizi yıkayacak? Gelin, bırakın kendi gerçeğimiz bize kalsın, onların paslı vicdanları da kendilerine... Gelin, kurtarın tarihi acımızı bu insanların elinden... Bırakın, kabul edip etmemeleri onların vicdanının problemi olarak kalsın ama acımızı da bu dünyada, hiç kimse, ama hiç kimse, ne Ermeni'si, ne Türk'ü, ne de dünyalısı sömüremesin; günlük siyasetinin parçası yapamasın... Gelin, biz o insanların torunları olarak böyle bir ahlaksızlığa bundan böyle asla izin vermeyelim... Kendi acımızı kendimiz sırtlayalım ve gerekirse mahşere kadar da onurumuzla kendimiz taşıyalım.
Dünyanın üçüncü ülkelerinin parlamentolarında, bir ulusun 90 yıl önce yaşamış olduğu tarihi bir dramın bugün güncel politikanın malzemesi yapılmasına, o talihsiz insanların varlığını devam ettirmeye çalışan bugünün Ermenileri olarak daha ne kadar izin vereceğiz? Bu gündeme alışların arkasında onların kendi politik ve güncel ulusal çıkarlarının bulunduğunu görmezden mi geleceğiz? Daha ne kadar, bu geçmiş dramımızın, helikopter ihalelerinde, seçim arenalarında veya üçüncü ulusların çıkar hesaplarında sermaye yapılmasına izin vereceğiz, önayak olacağız? Böyle mi ödeyeceğiz atalarımıza olan borcumuzu? Böyle mi ispat edeceğiz atalarımıza olan bağlılığımızı? İşte gerçek tüm çıplaklığıyla ortada... Soykırım tasarılarına ilgi duyanlar güne göre politikalarını değiştirmiyorlar mı? Bunun neresinde insani yaklaşım, neresinde ahlaki yaklaşım? Ermeni dünyasının artık bu soytarılığın farkına varmasının vakti gelmedi mi?
Bir devlet kendi yurttaşlarını, hem de savunmasızlarını, çoluk çocuk, kadın yaşlı demeden, kök saldığı ortamlardan söküp, bilinmez ve bitmez yollara salıyorsa, bunun sonucunda da bir halk büyük bir bölümüyle yok oluyorsa, bugün bizlerin bu durumu izah edecek kelimeleri tercih etme kıvranışımız, insan olma özelliğimizin hangi vasfıyla izah edilebilir? "Buna soykırım mı desek, göç mü desek?" diye cambazlıklar yapacaksak, her ikisini de aynı ölçüde mahkûm edemeyeceksek, soykırım yerine tehciri ya da tehcir yerine soykırımı tercih etmekle, insan oluşumuzla ilgili onurun hangi parçasını kurtarmış olacağız?
Reklam
'Ermeni Soykırımı' konusunda şu gerçeği bir kez daha özetlemekte yarar var: Türkiye'nin bugün önündeki problem ne 'inkâr' ne de 'ikrar' sorunudur. Türkiye'nin temel sorunu idrak'tir. Aslolan, Türk toplumunun tarihsel gerçekliğin farkına varmasıdır. Bu da ancak Türkiye'deki demokrasi mücadelesinin gelişmesiyle mümkün olur. İdrak sürecinde ise Türkiye'nin ciddi bir şekilde alternatif tarih etüdüne ve bunun için de demokratik bir ortama ihtiyacı var. İdrak sürecini yaşamakta olan bir toplumun bireylerine içerden inkârı ya da dışarıdan da ikrarı siyasal baskılarla ya da yasalarla dayatmak, benzer bir işgüzarlıktır. Böylesi bir yöntem, idrak sürecine indirilecek en büyük darbedir. İdrak edilmemiş bir inkârın veya ikrarın hiç kimseye bir yararı olamaz. Bu idrak sürecinin farkında olmayan veya görmezden gelenlerin dış dayatmaları ise süreci kısaltacağı yerde uzatıyor. Şu yaşanan süreçte Türk toplumuna tarihsel gerçekliği kabul etmesini, olanı 'soykırım' olarak adlandırmasını ve ikrar etmesini dayatanların, Türk toplumunun güncel gerçekliğini iyi okuyabildikleri söylenemez. Sonuçta, Türk toplumu gerçeği biliyor da inkâr ediyor değil, bildiği gerçeği savunuyor. Bu toplum daha dünkü 'Susurluk Vakası'nı, toprak altından çıkan 'Hizbullah cesetleri'ni hukuk dilinde tanımlamakta, adlandırmakta ve arkasını getirmekte zorlanırken, 90 yıl önceki bir tarihi nasıl sancı çekmeden algılayabilecek ve adlandırabilecek? Üstelik de yıllarca bu denli bir karşı bilgi bombardımanına tutulmuşken...
Sorunu, ölen ve öldürülenler üzerinden değil de, biraz da kalanlar üzerinden konuşamaz mıyız?
"Tarihi tarihçilere bırakalım" diyenler pek de haklı değiller. Tarihçilik tarihçilere bırakılabilir, ancak tarih tarihçilere bırakılamaz.
97 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.