Mantık denen şey nedir ki sahi! Kim, kendi yapmadan doğru ya da yanlış olduğuna gönülden inanabilir bir şeyin? Doğru ya da yanlış nedir ki hakikaten? Kim kendi gücünü, yüreğini ateşte sınamadan, iç huzuruyla, benim doğrum budur, diyebilir.
"Tutunamayan"ı oynayanlarla kaynıyor ortalık. Uyumsuz, sorunlu, her şeyi anlamsız bulduğunu söyleyen, tutunmak için hiçbir şey yapmadığı havasında yığınla insan. Oysa ellerine bir dikkat edin, demir pençeler görürsünüz. Çelik tırnaklar. Yakınlarında uzaklarında ne görür ne hissederlerse pençelerini takarlar. Tutunurlar, hem de ne biçim tutunurlar. Boş vermiş görünümdedirler güya, uçan kuştan haberleri olur. Yaklaşmadan kokusundan tanırlar işlerine yaramayacak olanı, selam bile vermezler uzaktan. Duygulu görünürler, acındırırlar kendilerini, yürekleriyle değil hesaplarıyla yaşarlar oysaki. "Disconnectus Erectus" gibi bir ad takmışlardı bunlara galiba, Latince bilse Connectus Erectus'tan daha anlamlı bir karşı isim bulabilirdi. Bütün bedenleriyle yapışanlar ya da tırnaklarıyla sıkı sıkı yek vücut olanlar gibi... Alırlar da alırlar. Fare gibi üflerler kopartmadan önce bir şeyleri. Tırtıkladıkları, sürekli tırtıkladıkları bile fark edilmez o yüzden.
Adı Murat'mış. Evet, öyleydi herhalde. Murat!! Sana kalsın dünya güzelin Murat. Rakibin olacak halim mi var benim. Alıp götürücü nazarlar atamam ki onlara. Senin gibi... Küstah bakışlardan hoşlanır kevaşeler. Kendini bir bok zanneden bakışlardan... Haşin, delici, yatağa atıcı suratlardan. Götürücülükleri gözlerinden okunur ve kadınlar bayılır buna. Ne olacak benim yakışıklılığımdan. Pislik İster onlar. Söyle bunları, hemen inkar edeceklerdir; kabul ederler mi, ne denli çürük karakterliysen, ne denli iğrenç kokular yayıyorsan etrafa o denli çekici olduğunu gözlerinde. Benden ne kötülük gelecek sana kızım, hangi kazığımı yiyeceksin, kim sana anlatacak kirli hikayelerimi, nerede mıncıklayacağım oranı buranı; sıkılırsın iki günde.
Tüm bu koşuşturma pahalı bir tenis kulübüne üyelik uğruna mı? Çocuğumuz en iyi koleje kayıt yaptırabilsin diye mi? Ben de en iyi kolejden mezun oldum ve yaşamdaki en olumlu edimim oğlumu en iyi koleje sokabilmek olacak; o da kendi oğluna, kızına aynı geleceği hazırlayacak ve yalnızca bununla övünecek. Yeter! İşte bu son sözcüğü kimse söyleyemiyor.
Bazı insanların yaşamda tutundukları tek halka gerçekte işleriydi. Paranın bile önemi kalmamıştı onlar için. Bir sınırı aştıktan, kendin için harcayamadıktan sonra ne değişir birkaç sıfır eksik birkaç sıfır fazla... Şuna buna özenip umutlanamazlar. Daha iyi bir yaşam beklentileri, söz gelimi daha iyi bir tatil özlemleri artık hiç olmayacak. Tek amaç daha güçlü konuma gelmek. Rakipler. Şirket içinden rakipler. Rakip şirketler... Daha güçlü olmak gerek. Her şey rakipleri alt etmek için. Alt etmek ne için? Belirsiz. Peki belirli olan ne?
Peki, ne içindi bunca hırs, bunca çekişme. Neyi paylaşamıyorlardı büyük oynayan şu küçük insanlar. Yönetme hırsı. Başkalarının üstünde olma hırsı. Daha çok pay. Daha rahat bir yaşam. Büyük zenginlerin yaşamına daha benzer bir hayat.
Ne müthiş bir şeydi! Her biri birbirinden daha değerli milyarlarca yaratığın arasına başka bir yaratık daha katılmıştı. Bir mucizeydi bu. Her gün on binlercesi gerçekleşen bir mucize...
O da büyüyecekti, o da tüketecekti bol bol. Yeni ağaçlar kesilecekti onun için, onun da karışacaktı bokları derelere, denizlere.