Kitap hırsızı Liesel... Olaylar nasıl buraya geldi, kitap nasıl böyle hem hüzünle hem huzurla bitti anlayamadım. Başlarda kitaba bağlanamadım tahmini ilk 100 sayfada. Daha sonra beni içine çekti kitap, bazen onlarla birlikte ben de kaygılandım bazen onlarla birlikte ben de kardan adam yapıp oynadım. Karakterler harika oluşturulmuş. Rudy, Rosa, Hans, Ilsa Hermann, Max ve Liesel... Hepsiyle tanışmak, konuşmak ve o kitap okumalara katılmak isterdim. Aslında bildiğim ama kitapla daha çok fark ettiğim bir diğer şey de acılarımız. Bizi biz yapan acılarımız. Bizi birbirine bağlayan da. İnsan olmamızdan dolayı bize verilen bir özellik... Acılarımızı tıpkı mutluluklarımız gibi sevdiklerimizle paylaşırsak ilişkilerimiz daha anlamlı olacak, tıpkı kitaptaki karakterlerin ilişkileri gibi. Sanırım kitapların en güzel özelliği bu, içindesin sen de. Uzaktan seyredersin, seni fark etmezler. Aynı ölüm meleği Azrail gibi... Evet kitapta olayları anlatan Azrail bizim gibi dışarıdan izliyor olayları, gerektiği yerlerde müdahale için eylemde bulunuyor sadece. Kitaptaki anlatıcı yani Azrail sonda şöyle diyor: İnsanlar benim lanetim... 1940'lı senelerin acılarını en iyi bize anlatabilecek olan Azrail olabilirdi ancak. Jose Saramago'nun Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş kitabında da aynı şekilde Azrail anlatıyordu, o kitabı da şiddetle okumanızı tavsiye ederim. Azraille karşılaşmak kitaplarda onun ne hissettiklerini bu şekilde görmek bana çok farklı geliyor. Şunu düşündüm kitabın son sayfalarında: Şu an hepimiz kendi hikâyelerimizin kahramanları olarak yaşıyoruz ömrümüzü. Aslında izleniliyoruz ve zamanı geldiğinde hikâyemizi yazan yazarımızla karşılaşacağız.