Ana karakter olan Ferit'in gitgelleri, korku ve şüpheleri, hezeyanları muazzam işlenmiş. Romanda psikolojik ve sosyal tahliller oldukça iyi. Türk edebiyatında böyle bir eser var ve ben daha yeni okudum. Ama iyi ki okudum.
Bu arada Matmazel Noraliya'nın Koltuğu, yazarın kendi romanları arasında en beğendiğiymiş.
Sesi çok kalın, hırıltılı ve boğuktu. Kafası çok büyüktü. Saçları siyah, kıvırcık ve kabarıktı. Çenesi köşeli ve genişti. Göz kapakları şişti. Gözleri Ferit'in bakışlarından kaçıp bu şişkinliklerin altında saklanacak bir yer arıyormuş gibi sağa sola dönüyor ve bazen ıslak bir şerit haline geliyordu. Yüzü sapsarıydı. Etli çenesinin kenarlarından sarkan, tümsekler ve çukurlarla dolu, insan bakışlarına teslim olmamak için, kaşın bir ucunu yukarı, dudağın bir ucunu aşağı, yanakları sağa sola çeken türlü türlü tiklerle mânâlarını kaçıran ve idraki şaşırtan bir yüzdü bu.
Mesela bakınız, ben ümit kelimesinin aynı zamanda korku ifade ettiğini düşünürüm. Çünkü ümit, olması ve olmaması ihtimali olan bir şeyin, olacağını farz etmektir. Fakat böyle bir faraziye o şeyin olmaması korkusu devam ettikçe mümkündür ve o korku nispetinde kuvvetlidir. Bütün zıtlıklar ve mesela hürriyetle esaret arasında da bir cevher birliği seziyorum. Tereddüdün ve tercih zaruretinin esaretinden kurtulmuş hürriyet var mıdır?
Bir sebepsizlik ve hikmetsizlik nafileliği içinde, insan düşüncesinden daha maskara bir mânâ avcısı olur mu? Avını kendi yaratıyor, sonra onu avlamaya çalışıyor. Evvela buluyor, kendi eserini buluyor, sonra onu arıyor. Kendi kendisiyle saklambaç oynayan bu delinin yanında tımarhanelik deliler daha normal değil midirler?
Eğer bana "Bu budur bu"dan başka bir şey söylemeyen müspet felsefeyi aşamazsam, aklın tamamıyla lüzumsuzluğuna inanacağım. Abes bir varlık nizamı içinde akıl bir körbarsak kadar vazifesizdir.
- Ben Tatvanlıyım. 14 yaşımda çıktım oradan. Anam beni dört altına sattı Van’a giden bir adama. Ağladım ağladım o kadar. “Ana satma beni. Ana kıyma bana. Ana ben sensiz edemem.” Hayır anam sattı beni. Nemrud dağına baka baka, ağlaya ağlaya ayrıldım Tatvan’dan. Ah... Ben çektim neler...
Kendi merkezi etrafında her gün biraz daha süratle dönmekten başka bir şey yapmayan insan, atlıkarıncada gözlerini kapayan çocuğun kilometrelerce uzaklara gitmesi hayaline benzer bir ilerleme vehmi içindedir.
Hürriyetin şahsiyetle münasebetini aramayan hukukçu, yalnız fert ile devlet arasındaki münasebet planında kalınca, aptalla zekiye, bilgisizle âlime, görgüsüzle görgülüye aynı rey hakkını tanımak zorunda kalır. Böyle bir hürriyet ve müsavat anlayışıyla iki ahmak bir dâhiden üstündür.
Ümit kelimesinin aynı zamanda korku ifade ettiğini düşünürüm. Çünkü ümit, olması ve olmaması ihtimali olan bir şeyin olacağını farz etmektir. Fakat böyle bir faraziye o şeyin olmaması korkusu devam ettikçe mümkündür ve o korku nisbetinde kuvvetlidir.