Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Mısır Çöllerinde Türk Gençleri

Nurettin Artam

Mısır Çöllerinde Türk Gençleri Sözleri ve Alıntıları

Mısır Çöllerinde Türk Gençleri sözleri ve alıntılarını, Mısır Çöllerinde Türk Gençleri kitap alıntılarını, Mısır Çöllerinde Türk Gençleri en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Karşımızdaki zavallı neferler, sefâlet-i fizyolojiden ve hastalıktan kırılıyorlardı. Biz oradayken İngiliz neferleri siper tarzında uzun çukurlar kazarlar, her gün beş on Türk askerinin ölüsünü oraya gömerlerdi.
Sayfa 55 - Ötüken NeşriyatKitabı okudu
Onların arasında, bir de eski Türk muhibbi (!) Sinoplu Eczacı Petro Efendi vardı. Vatanın o zaman, günden güne kararan mukadderâtı karşısında kan ağlayan Türk kalplerinin dertleştiği, her meclise sokulmaya uğraşan bu nankör adama bir gün belki de gayzımı belli ede ede sormuştum: Petro, demiştim, artık İstanbul'a gitmezsin tabi, muzaffer (!) Yunan ırkı artık Türk topraklarında yaşamaz. O da sormuştu: -Siz de gitmeyeceksiniz tabi... -Niçin? -Çünkü Türklerde Türk toprağında yaşayacak ve İstanbul sizin değil, bizim olacak. O zaman, o kursağında hâlâ Türk ekmeği duran o nankör Rumun sözleri yüreğime zehirli bir hançer gibi saplanmıştı. Bu sözüne cevap vermemiş, bir daha yüzüne bakmamıştım. Bütün o ekalliyete mensûb esirler, birer sûretle kurtulup serbest hayata çıkmışlardı. İstanbul'a döndükten sonra Petro'yu başında büyük bir şapka, gözlerinde mağrur ve şımarık bir tebessümle birkaç defa görmüştüm. Yüzüme "nasıl ?” der gibi bakardı. Şimdi Yunanistan'da olduğunu söylüyorlar. Nasıl Petro Efendi, İstanbul benim değil miymiş? Ve sen burada oturabilecek mi imişsin?
Sayfa 128 - Ötüken NeşriyatKitabı okudu
Reklam
Suriye’de Yok Edilen Bir Çerkes Köyü
Nihâyet Kuneytire kasabasından da geçmiştik. Burası bir Çerkes köyüydü ve bize taraftar olan ahâlisi Arapların katliâmına, İngilizlerin hücûmuna uğramaktan kurtulamamışlardı.
Sayfa 56 - Ötüken NeşriyatKitabı okudu
Hele bir defa büsbütün feci' bir hâl aldı. Bayram namazı kılınacaktı. Mektebin bir tek camii vardı. Burayı Araplar daha evvel davranırlarsa Kral Hüseyin nâmına, biz ele geçirirsek halife nâmına hutbe okutacaktık. Bayram günü maalesef hücûm eder gibi camii zaptettik ve hutbe okuttuk. Bu çirkin hareketten kamp kıdemli zâbiti Beyrutlu Binbaşı Ahmet Bey'e teessüfle sitem ettiğim zaman o da kendi ırkdaşlarına tarafgîr göründü ve beni tahtıe etti: -Sizin gibi gençler bu memleketin başına çok belâlar getirir, dedi. -Hayır, dedim. Bu memlekete sizden kurtulduktan sonra dinlenmek nasib olacaktır.
Sayfa 126 - Ötüken NeşriyatKitabı okudu
suriye-lübnan, şehitler günü, cemal paşa.
(Cemal Paşa) IV. Ordu Komutanı olarak Şam'da bulunduğu zaman yapmış olduğu uygulamalarla bir yandan bölge halkının desteğini sağlamaya çalışırken diğer yandan da ayrılıkçı Arap liderleriyle mücadele etti. Bu mücadele sonucu 21 Ağustos 1915'te Şam'da on bir, 6 Mayıs 1916'da Beyrut'ta yirmi bir ayrılıkçı Arap lideri askeri mahkeme kararıyla idam edildi. İdamlarda sorumluluğu olduğu gerekçesiyle bölge halkı Cemal Paşa'ya kasap lakabı takmıştır. 6 Mayıs günü ise Suriye ve Lübnan'da resmi tatil olup Şehitler Günü olarak anılmaktadır.
biraz uzun bir alıntı ama -bence- üzerinde durup düşünülesi bir alıntı
... bütün doktorlar İngiliz değildi. İçlerinde yerliler, Rumlar ve Ermeniler de vardı. Trahoma koğuşunu tedavi eden Ermeni doktorları hakkında hastahanede pek fena şayi'alar deveran ederdi. Bu şayi'aların hakikat olduğu hakkında hiçbir esir terddüt etmemiştir. Bütün beşeriyetin sıhhat ve refahı için uğraşması lazım gelen ve beynelmilel
Reklam
Türk Esirlerin Gözünü Çıkaran Ermeniler
Trahoma hastalığı koğuşunu tedavi eden Ermeni doktorları hakkında hastahânede pek fenâ şâyi'alar deverân ederdi. Bu şâyi'aların hakîkat olduğu hakkında hiçbir esir şüphe etmemiştir. Bütün beşeriyetin refâh ve sıhhati için uğraşması lâzım gelen ve beynelmilel bir meslek olan tabâbete şahsî kin ve ihtirâsların karıştırılması ne sorunluydu.
Sayfa 82 - Ötüken NeşriyatKitabı okudu
esir türk zabiti şamda ingilizin yeni kolluk kuvvetlerini görünce.
Yollarda gelirken garip manzaralara rast geliyorduk. Başlarında kefiye kollarında birer sargı Şam'ın sokaklarında: -İneb el ineb, ya ineb! (Üzüm üzüm, ne üzüm!) diye üzüm satan ne kadar uçarı adamlar varsa hep asayişe memur jandarma ve polis olmuşlardı. Bunlar acemi adımlarla yanımızdan geçiyor ve bize kinli, gayzlı nazarlarla bakıyorlardı.
Bir buçuk ay evvel hâkim olarak ayrıldığım bir yerden böyle perîşânlığa mahkûm bir hâlde geçmek ne acıydı. Önden bir Alman nakliye kıt'ası gidiyor, arkadan perîşân kâfilemiz yürüyordu. Yavaş yavaş Şam'ın dış mahallerine geldikçe uzaktan gürültüler, çığlıklar duyuyor, gökyüzünü yer yer kırmızıya boyayan yangınlar görüyorduk. Bir aralık Meydan Mahallesi'nden geçiyorduk. Bu Meydan Mahallesi galibâ Şam'ın en uçarı takımlarının oturduğu bir yerdi. Yakın bir yerde çıkan yangını söndürmek için koşuşan mahalle sakinleri bize şöyle bir yan gözle baktılar, dişlerini gıcırdattılar. O dakikada anlıyordum ki bu şehirde bizim için artık yabancı olmuştur. Hâlbuki Şam şehrinin efsâne ve hurâfe âleminde ne büyük mevkîi vardı. İhtiyâr bir kadın tanırdım ki İstanbul'da Çanakkale Harbi olurken ötesini berisini satıp oraya gitmek ve "evveli ve âhiri olan" Şam'da oturmak isterdi. O gece yüzlerine alevlerin kızıllığı vuran o adamların gayzlı sîmâlarında o efsânenin en son sönük ışığı da sönüverdi. İyiden iyiye anlamıştım ki bu şehirden kendi beldesinde ric'at eden bir ordu gibi değil, düşmanlar elinden kaçan yabancılar gibi geçip gidiyorduk.
Süvariler tam hizamıza geldikleri zaman kulağımın dibinde çılgın bir alkış tufanı koptu. Bu ses bana bütün dehşetiyle dinlediğim top seslerinden, bomba tarrâkalarından daha feci' geldi. Daha beş gün evvel bir Türk şehri olan Şam o gün kendisini fetheden düşman askerlerini bir halâskâr gibi alkışlıyordu. Belki oradaki halk bu alkış tufanını millî bir borç ödüyoruz vehmiyle yapıyorlardı. Fakat bunda nankörlük ifâdesi sezdim. Zayıf vücudum, bozulmuş asâbım buna tahammül edemedi. Yol kenarındaki çınar ağaçlarından birine dayandım. Gözümden iki damla yaş yuvarlandı. Uğrunda birçok vatandaş kanı dökülmüş şu toprakların elden çıkışına karşı döktüğüm bu yaşlar, dünyada en beliğ, fakat feci' gözyaşlarıydı. Ben gözlerimi yanımdakilerden saklamak için kabalağımı büsbütün yüzümün üzerine çekmeye uğraşırken hep o alkış tufanı, kısa fâsılalarla birer hastalık nöbeti gibi nüksediyordu.
Sayfa 39 - Ötüken NeşriyatKitabı okudu
28 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.