Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Nereye Gitti İstanbul?

Aydın Boysan

Nereye Gitti İstanbul? Sözleri ve Alıntıları

Nereye Gitti İstanbul? sözleri ve alıntılarını, Nereye Gitti İstanbul? kitap alıntılarını, Nereye Gitti İstanbul? en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
"Bu şehrin ruhu yok artık. Bu insanlar artık birlikte yaşamıyorlar, yan yana yaşıyorlar sadece. Bunları artık, ruhsal yakınlaşmalar birleştirmiyor. İnsanları birbirine yaklaştırmış görünen itici neden yalnız yolların-caddelerin kalabalığı."
"Başka dünyaların insanları buraya gelirlerse, ne yaparlar ?" " Bize bakıp bakıp, 'bunlar da mı insan' derler."
Sayfa 177Kitabı okudu
Reklam
Yaşamayı, bir çadır tiyatrosu dramına benzeterek ruhsal miskinleşmelere esir olanlara acınmaz. Çırpınmak, savaşmak görevinden kaçılamaz. Yaşamak sürekli bir hareketler zinciridir. Ressam Kokoschka bu gerçeği bir tabloya benzeterek anlatırken: "Yaşayış bir natürmort (yani ölü doğa resmi) değildir" diyordu. Nasıl yaşanmış olursa olsun tek çare: Yaşam sevgisi ve sevincini korumak... Bu gerçeği bir üstat (T. Wilder) minicik bir cümlede özetleyiveriyordu: "Yaşamın, bizim ona verdiğimizden başka bir anlamı yoktur."
Sayfa 170Kitabı okudu
Evet, Topkapı, dünyada benzeri olmayan, çok ilginç bir saraydır. Ancak "bütünlüğü olmayan" bu saray, dünyada bu yanıyla da benzersizdir. Yine dünyanın en güzel saray arazilerinden birinde gerçekleşmiş Topkapı Sarayı yerleşmelerinin rastgele olduğu, geçiştirilemez. Topkapı Sarayı biçimlenmesi ve gelişmesi, tek kişinin, yani padişahın huzur ve mutluluğuna dönüktür. Sarayda görevli öteki binlerce görevli, kendilerine ait yaşamlarından vazgeçmiş bir insan yığınıdır.
Denize inen Bizans surlarını da şehir içine iterek yıkıntı molozlarıyla doldurmak, doğanın yapısını yok etmek, şehirle deniz arasına günün her saatında hız yapılan bir trafik yolu yerleştirmek, denizle insanların yüzyıllarca sürmüş sıcak ve yakın ilişkisini homurtulu trafik yollarıyla balta gibi kesmek, şehirle denizin ilişkisini yok etmek!... Bütün bunları saydıktan sonra, kanunlar dahilinde suç olmayacak nasıl yakıştırmalar yaparım diye, düşünüyorum... Henüz bulamadım. Bazı kelle hamalları, güya pusu kurarak soruyorlar: "Bu yollar yapılmasaydı bütün bu taşıtlar nereye gidecekti?.." Yanıt: "Bu yollar doğru olarak nereye yapılırsa, oraya gidecekti."
Taşı toprağı altın sanılan İstanbul'un kendi ülkesinin vatandaşları tarafından yeniden işgali, 1950 yılında başladı. O yıla kadar tarihte, Doğu Roma ve Osmanlı imparatorluklarının başkenti olarak bile şehir nüfusu, bir milyona varmamıştı. Tarihte ilk kez 1950 yılında bir milyonu aşan nüfus, 1960 yılında iki milyonu, 2000 yılında ise, Büyükçekmece'den Gebze'ye kadar artık bütünleşmiş olan şehirde, 15 milyonu buldu. Kaymakamların, belediyelerin parçalı olmasının hiçbir anlamı yoktur, şehir bütünleşmiştir, öyle işlemektedir.
Reklam
Utanmanın kaynağı ikidir: Kültür ve vicdan... Tüm insanlar dünyaya gelirken, kafa ve yüreklerinde bir iç mahkeme ile birlikte gelirler. Bunun adına vicdan denir. Ancak yıllar geçtikten sonra, vicdan sınıflara ayrılmaya başlar... Kendiliğinden benzemezlikler belirir. Çünkü akil, vicdanın işlemesine taş koymaya başlar. Akıl öncelikli görevinin, çıkar hesapları yapmak olduğunu sanır, vicdanın ışığını karartır. İşlemeyen vicdan, paslanmaya başlar!"
Sayfa 104Kitabı okudu
İstanbul'da yüzyıllardır, bir Türk Mutfağı vardır. Evlerde ve aşçı dükkânlarında. 20. yüzyılın ilk yarısında, "restaurant" bilinmezdi. Az bir şey kibar olanların adı "lokanta" idi. Ayrıca her keseye elverişli olan "aşçı dükkânları'nın yüzlercesi - binlercesi, şehrin her yanındaydı. Bu dükkânlara girer girmez, sağda veya solda ateş üstünde, 50 mi desem 60 mu desem, sıcak tencere yemeği bulunurdu. Gelen ne yiyeceğini, gözüyle de seçerdi. Neler bulunmazdı ki!... Dolmalar, sarmalar, haşlamalar, kızartmalar... İstanbullu renkleri bile, yiyeceklere bağlamıştı: patlıcan moru, kavuniçi, vişne çürüğü gibi. Çapkınlık eğilimleri, yemeklere bile sıçramıştı: hanım göbeği, dilber dudağı gibi. Önce, aşçı dükkânları ufuklara doğru çekildi. Kaç tanesi kaldı bilmem. Yemeğin, önce malzemesini hazırlamaktan, sonra hazırlayıp pişirmekten doğan nice emek, bu sevimli ve sevgili yerleri yok etti. Tüketim, kolay yapılan işlere yöneldi. Önce kebaplara, sonra da Amerikan köfteciliği ve İtalyan pizzacılığına... Öte yandan İstanbul'da zaten, insanlar olağanüstü çoğalmış, balık ise hem azalmış, hem de müthiş pahalılaşmıştı. Şehir son 50 yılda, zaten mahşerleşmiş ve kebap istilasına uğramıştı. Bu değişimden de, bir kolaylık doğdu: Artık İstanbul'un tarihi, sadece ikiye ayrılıyor: 1- Kebaptan önce, 2- Kebaptan sonra.
"Bu şehrin ruhu yitti giti. Bu şehrin ruhu yok artık. İnsanların birbiriyle ilişkisi, yalnız ve yalnız maddesel... Bu insanlar artık, birlikte yaşamıyorlar, yan yana yaşıyorlar sadece. Bunları artık, ruhsal yakınlaşmalar birleştirmiyor. İnsanları birbirine yaklastırmış görünen itici neden, yalnız yolların-caddelerin kalabalığı..."
Reklam
Yahya Kemal İstanbul'u "Bir Başka Tepeden" şöyle seyreder:
Sana dün bir tepeden baktım azîz İstanbul Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul! Såde bir semtini sevmek bile bir ömre değer, Nice revnaklı şehirler görülür dünyada Lâkin efsunlu güzellikleri sensin yaratan. Yaşamıştır derim, en hoş ve uzun rü'yâda Sende çok yıl yaşayan, sende ölen sende yatan Yahya Kemal "İstinye" şiirini de, şu satırlarla bitirir. Eşsiz Boğaz! Şerefli hayalin derindedir! Senden kalan o levhada her şey yerindedir. Yahya Kemal şiirlerini okuduktan sonra, aklıma pek de şiirsel olmayan düşünceler geliyor. Üstadın ölümü, 1958 yılında... Acaba kendisinin görmediği Boğaz köprüleri ile sahil trafik yolları yapıldıktan sonra, kendisi İstanbul'u bir kez daha görse, şiirlerde indirim yapar mıydı diye düşünmeden duramıyorum.
Daha sonraki yıllardan önemli bir İstanbul izlenimi, ünlü Alman doğa araştırmacısı ve coğrafyacı Alexander von Hum boldt'a (1769-1859) aittir. O zaman Güney Amerika dahil dünyayı gezmiş olan Humboldt bir kısım gezi sonuçlarını, çok ince bir edebiyat diliyle yazmış olduğu 30 ciltlik görkemli bir dizide toplamıştır. Humboldt'a göre dünyada üç güzel şehir vardır: Rio de Janeiro, Napoli ve İstanbul.
İstanbul hakkında görüş belirten kişiler arasında bildiğim en eskisi, tarihin en ünlü coğrafyacılarından Strabo'dur. Kendisi MÖ 58 - MS 25 arasında Roma Imparatorluğu'nun büyük bölümünü gezmiş ve yaşamış... Büyük bölümü günümüze dek ulaşan Geographica'nın yazarı. İstanbul'un Haliç'ine "Altın Boynuz" lakabını takan, Strabo'dur.
Topkapı Sarayı'nın bütün bölümlerinin ayrıntılı bilgileri, kolay bulunabilir. Ben şimdi burada, Harem ile ilgili bazı rahatsızlıklarımı belirtip, konuyu kapatacağım. Sarayın Harem bölümünde, kaç kişinin nasıl yaşadığına dair "anı" benzeri yazı veya yazılara, ben rastlamadım. Benim rastlamayışım bu anlamda yazıların "var olmadığını" kanıtlamaz ama, var olduğunu da kanıtlamaz. Harem nüfusu konusunda tek ciddi bilgi Kanuni dönemindeki mutfak masrafının III. Murat döneminde, beş kat artmış olmasıdır. Haremin nüfusu konusundaki tüm ciddi bilginin mutfak masrafından çıkarılabilmesi de, yürekler acısı bir bilgisizliktir.
Sayfa 20-21Kitabı okudu
Yaşama sevinçlerinin, acılarından çok daha kısa sürmesi, doğaldır. Sevinç köpürür bitiverir, acı çöreklenir, gitmek bilmez. Kim ki bu insan yaradılış huyunu doğal karşılar, yaşama savaşımı gücünü yitirmez. Bu gücü, termbellik eğilimliler kolay yitirir. Zihin tembelleri ruhsal ölüme çağrı çıkarırlar. Ruhsal ölümler, bedensel ölümlerden çoook daha önce gerçekleşir. İşte bu nedenle denir ki: "Kim bilir kim diyebilir ki, ölüm nerede başlar, hayat nerede biter?"
178 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.