“Yaşadıkları zaman değer verilmiş ölülerin bıraktıkları her anı değerlidir.” demişti Ellen, Uğultulu Tepeler'in 145'inci sayfasında. Bazen ne kadar da sinir bozucu bir karakter olsa da iyi biri ve kıymetli olduğunu biliyorum. Üstelik oldukça da sadık biri. Bu sözünden sonra, ilk defa Nelly'ye karşı bir çiçek bitti içimde. Bu kurduğu cümle üzerine uzun uzun düşündüm, Ellen'dan hiç bu kadar gerçekçi ve anlamlı bir şey duymamıştım. Yazara teşekkür ederim, Ellen'ı sadece dedikoducu olarak tanımlamamı önlediği için.
«Bey'in, uyuklamaya başlamadan önce, kızının güzel saçlarını okşadığını hatırlıyorum. Çok seyrek de olsa, onu böyle sakin görmekten hoşlanırdı.»
Ne de güzel geliyor öyle! Tüm kitap boyunca yaklaşık katettiğim kırk beş sayfanın sonunda ancak içim böylesine ısındı, bir hoş oldu. Eh, hoş, kitap acı ve kinden doğan iftiralar ve intikamla beslenen ölümcül bir aşkı konu alıyor sanıyorum. En azından okuduğum kitabın konusu ve geldiğim yere kadar bir kaç şey canlandı zihnimde. Eğer gerçekten hayâl ettiğim gibi ilerleyecekse kitap, beni şimdiden büyüledi diyebilirim! Özellikle çoğu okur, Heathcliff'ten hoşlanmıyormuş. Garip bir şekilde huzursuz edici bir empati sayesinde ona bir düşkünlüğüm oluşuyor sanırım. İlerleyen bölümlerde...
İyi geceler ama sabahtan beri arkadasımla bu kitap hakkında tartısmaktan başım çatladı. Nelly karakterinin bir iyi mi yoksa kötü mü olduğunu tartışıyoruz, fazlası yok. Ben kadının tamamen isimlendiremediğim bir çirkef olduğunu savunurken arkadasım kadının cok iyi biri olduğunu savunuyor. Kitabı Nelly'in ağzından okuduğumuz icin okuyasım gelmiyor maalesef... [pazartesi günü kitabın sunumunu yapacagım sınıfta 💀💀💀]