On sekizinci yüzyıl insanı hayvanlara zalimce davranarak iyi Hıristiyan olduğunu düşünürdü. Üç kez öten ve her seferinde de Havari Peter'in afaroz edilmesine sevinen, günahkar bir horoz değil miydi? Horozların soyunu sopunu demirli sopalarla öldürmekten daha erdemli ne olabilirdi ki?
Dönemin, belli bir düzene sokulmamış vahşi doğaya hiç sempatisi yoktu. Bu doğa tehdit dolu bir yabanıllık, insanın Düşüş'ünün, Cennet Bahçesi'nden sonsuza dek sürgünün içe işleyen, çirkin bir anısıydı .
Fowles ile tanışma kitabım olan Koleksiyoncu’dan sonra okuduğum ikinci kitap olan Yaratık ile söyleyebileceğim her şey spoiler olabilir. O yüzden biraz da yüzeysel olarak şöyle anlatayım: Kitabı ilk okumaya başladığımda çok hızlı ilerledim. Anlattığı olay, yer, zaman mükemmel seçilmişti. Sonrasında “Ya ne anlatıyorsun acaba!” demeye başladığımı inkar edemeyeceğim. Evet tarihi bir durumdan kurgulanmış ancak kitabın sonlarına doğru kitaptan kopmaya başladığım zamanlar oldu ancak yazarın entelektüel zekasına sonsuz saygım var. Belki de Koleksiyoncu ile bu yazarla tanışmak sonrasında başka bir kaç kitabını okuyup sonrasında bu kitabını okumak daha yerinde bir tavsiye olacaktır.
İyi okumalar diliyorum herkese :)
Eğer bütün insanlar İsa’nın önünde eşit iseler, eğer İsa onları cennete kabul etmek için yalnızca kişisel niteliklerini göz önünde tutuyorsa, o zaman insanlar kendi gözlerinde niçin eşit değillerdi?