İçimdeki burukluğun nedenini tarif edemiyorum.. Sonda, biten mutsuz bir aşk hikayesi yok, kavuşamama, sevgiliye sitem veya amansız bir hastalık veyahut buna benzer şeyler işte.
Göz ardı edilen, üstü kapatılıp yer altına gömülen gerçeklerden bahsetmesi mi yazarımızın, beni bu ruh haline sokan. Yoksa Atam’dan bahsetmesi, onun yaşadığı döneme yaptığım kısa bir tarih yolculuğu muydu beni böyle hüzünlendiren.
İnsan denen yaratığın, en karanlık düşüncelerini, böyle güzel bir şekilde kaleme dökebilen böyle güçlü bir anlatım; bu adama olan hayranlığımı nasıl anlatabilirim.
Kitabın konusuna gelince, kısa da olsa bir tarih yolculuğuna çıkıyorsunuz, aynı zamanda doğuya gidiyorsunuz, erken yaşta evlendirilip diri diri gömülen kızların ruhları arasında dolaşıyorsunuz.
“Her ne kadar bastığımız buzun kalınlığı otuzdan kırk santime çıkmış olsa da yerin altındayız. Kara batmış bir gemideki kazazedeler. Buzdağına çarpmış bir transatlantik. İçindeyiz. Ruhi bunalımda.”