Nedendir bilmem, okurken hep Sylvia geldi aklıma. Sanırım yıllar önce onun şiirlerini okurken de aynı hisleri hissetmiştim. Çok önceden alınmış bir karar gibi, sonsuz başkalaşım isteği. Başka bir şekilde var olma arzusu, ve gerçekler. Zihnimi durgunlaştırarak, düşüncelerimi toparlayabilmem.
Çok basmakalıp gelebilir bu düşüncelerim, gerçi normalde bu kadar durgun ve sakin bir varoluş savcısı da çekmem. Fakat Plath ve Hesse, içimde bir yerlerde. Küçük bir süveyda denebilir sanırım. Çok küçük, fakat belirgin.
Plath'in şiirini ekleyeceğim:
Ölüm çok güzel olmalı,
yumuşak, kahverengi toprakta yatmak,
birinin başının üzerinde çimlerin dalgalanması, sessizliği dinlemek.
Dünün ve yarının olmaması.
Zamanı unutmak, hayatı affetmek, barışta olmak.
Bu şiirin hissettirdiklerini, aynen Hesse de bu doğa felsefesinde hissettirdi. Keşke bir ağaç olsaydım isteğiyle doldu içim. Sanırım yazar istediğini elde etmiş bu eserde, hayatın anlam ve varoluşunu ağaçlar aracılığıyla sorguladım.
Belki de sadece duygusal bir dönemime denk gelmiştir. Yine de, bir ağaçtan öğrenecek ne çok şey varmış demeden edemiyorum. Hatta kırık bir daldan.