doğayı, uzun elbiseleriyle dans eden kızları, ütülenmemiş gömlekleriyle koşturan erkekleri, tüylerini yalayan kedileri, içinde buharı tüten yeşil çay olan kocaman kupaları, yaşlılık kokan kitapları seviyorum.
İlk defa bir Murakami kitabı beni bu kadar yordu, hırpaladı. kitabın sonunu getirebilmek için kaç bölüm atladım, kaç gün geçirdim bilmiyorum. günün birinde eşi evi terk eden Okada'nın gizemli, falcı tarzı kadınlarla, geleceği gören amcalarla etrafı kuşatılıyor ve eşini bulabilmek için - daha doğrusu sadece geri dönmesini bekliyor-atlattığı badireleri yedi yüz otuz sekiz sayfa boyunca okuyorsunuz ya da okuyamıyorsunuz. Murakami'yi 1Q84 kitabı ile tanımıştım ve bilirsiniz ki o kitabı daha kalın daha iç içe dünyalarla bezenmişti ama ben 5 inç ekranlı telefonumda pdf şeklinde bir solukta bitirmiştim. Murakami'nin yarattığı dünyalara bağışıklık kazanmış bir okuyucuydum yani. Ama olabilir yazarın her kitabından büyük performans beklemeye gerek yok. üstelik bu dediklerim tamamen öznel düşünceler.