"Anıları tutmanın en kötü tarafı hissedilen acı değil. O yalnızlık duygusu. Anıların paylaşılması gerekir.."
Ütopik bir dünyada, insanların hafızalarından geçmişe dair tüm anıları silinmiştir. Dünyanın yaşanan kaostan önceki haline dair tüm anılar ise
Seçilmiş Kişi'nin belleğinde saklanır. Nadir de olsa belli aralıklarda anılar, duygular sıradaki Seçilmiş Kişi'ye aktarılır. Bu hikâyede Seçilmiş Kişi 12 yaşındaki Jonas.
Kitapta yer alan ütopik dünyada duygulara, hislere, hayallere, renklere ve en önemlisi seçimlere yer yok. Buna rağmen okurken birçok duyguya kapılıyorsunuz. Kitap insan duyguları, anıları, seçimleri olmadan nereye kadar yaşayabilir ya da yaşamak böyle bir şey midir, sorularını akla getiriyor. Pratikte insanların elinden seçme hakkı alınarak yanlış seçimlerde bulunmalarının önüne geçiliyor. Ama kendi eşini, işini, biyolojik ailende büyümeyi seçemediğin bir yaşam yaşam sayılır mı?
Kitabı çok sevdim ama sonu biraz havada kaldı. Dili oldukça sade ve anlaşılır olan
Lois Lowry'nin serinin devamında bir şekilde hikâyenin devamını bağlayacağını düşünüyorum. Bolca kitapla kalın..
Seçilmiş KişiLois Lowry · Arkadaş Yayınları · 2022885 okunma
Fobi yazarın okuduğum 6. kitabı. Kitabın ana karakterinde olduğu gibi fobiler birçoğumuzun hayatında hüküm sürüyor. Kimimiz yükseklikten, kimimiz sürüngenlerden, kimimiz insan içine çıkmaktan, kimimiz yalnız kalmaktan korkar. Bu korkular sonucu kişi, hayatını buna göre düzenlemeye başlar. Her ne kadar korku, doğası gereği tehlike anında kendisini korumaya yönelen insanoğlu açısından faydalı bir duygu olsa da ipin ucu kaçtığında insanı köleye dönüştürür. Korkunun kaynağı kafamızın içinde bir yerde. Çözümü de orada gizli.
Hikâyeye gelecek olursam
Wulf Dorn daha ilk sayfalardan itibaren okurun zihnine birtakım soru işaretleri ekmeyi başarıyor. Şöyle ki Sarah ve oğlu Harvey tedirgin bir şekilde uykuya dalmak üzereyken alt kattan garip sesler işitiyorlar. Sarah iş gezisine gitmiş olan kocasının normalinden daha erken döndüğünü düşünüyor. Fakat mutfağa indiğinde karşısında kocasının kıyafetleri içerisinde aynı kocası gibi davranan bir yabancıyla karşılaşıyor. Ne yapacağını bilemeyen Sarah, oğlununun güvenliğini sağlamak ve adamın ne istediğini anlamak için kendini yabancının oyununa eşlik ederken buluyor.
Wulf Dorn okurken film izler gibi hissediyorum. Okurunun zihninde soru işaretleri yaratarak hikâyenin içine çekiyor ve sürekli ne olacak hissiyle bir sonraki sayfayı okurken buluyorsunuz kendinizi. Yine de yazarın diğer kitaplarına kıyasla hikâye ve kurgu olarak bir tık daha geride kaldı diyebilirim.
Psikiyatrist'ten tanıdığımız Mark Behrendt'in de eski bir dost olarak hikâyede yer alması güzel bir sürprizdi.
53. Risale 1150 yılında geçen bir dönem romanı. Hikâye İhvan-ı Safa'nın (Arınmış Kardeşler) insanları aydınlatmak amacıyla kaleme aldığı risaleler etrafında şekilleniyor. İhvan-ı Safa bu risalelerde temel felsefi konulara yaklaşımlarını bilimden metafiziğe, müzikten matematiğe uzanan bulgularını, keşiflerini, bilgilerini aktarıyor. Zamanla bu kardeşlik siyasi çıkarlar uğruna ortadan kaldırılmak isteniyor. Bundan mütevellit bu yola gönül veren birçok kardeşi çetin bir savaş bekliyor.
Aynı dönemde Tapınak Şövalyeleri günümüz Kudüs'te gizli bir hazine keşfediyorlar. Lakin keşfettikleri harita piramitlerin üzerinde bulunan eski mısır diliyle yazıldığı için Tapınak Şövalyeleri bu gizemi çözmek adına İhvan-ı Safa ile işbirliği yoluna giriyor. Keşifler doğrultusunda İdris a.s zamanından gelen bilgiler 53. Risale'de yer buluyor.
Osman Balcıgil diğer okuduğum kitaplarında olduğu gibi bu kitabıyla da tarihin farklı bir yüzüyle tanışmama vesile oldu. İhvan-ı Safa'nın biraz naturalist, biraz humanist, biraz tasavvuf ve biraz ezoterizm ile harmanlanmış felsefeleri hakkında bilgi edinmek heyecan vericiydi. Kitabı okuyacak olanlara şimdiden keyifli okumalar dilerim. Bolca kitapla kalın..
53. RisaleOsman Balcıgil · Destek Yayınları · 2015151 okunma
Doğu'nun Limanları okumuştum. 1072 yılında Semerkant'ta başlayan ve 1912'de Titanic faciası ile sona eren roman onbirinci yüzyılda yaşamış İranlı bilge şair Ömer Hayyam’ın hayatını anlatıyor. Hikâye iki bölüme ayrılmış diyebiliriz. İlk bölüm Ömer Hayyam ve Rubaiyat'ı yazma hikayesi etrafında şekilleniyor. Bu bölümde Nizamülmülk ve Hassan Sabbah'ın hikâyesi de yazar tarafından işleniyor. İkinci bölümde ise rubaiyatın peşine düşüp İran'a giden ve kendini maceranın ve tehlikenin ortasında bulan kurgusal karakter Benjamin Ömer Lesage karşımıza çıkıyor.
Kitabın ilk kısmı olarak tarif ettiğim bölümler oldukça akıcı ve okuması keyifliydi. Buna nazaran ikinci bölüm daha kısa tutulabilirdi düşüncesindeyim. Zaman zaman kopmalar yaşadım. Ömer Hayyam, Hasan Sabbah ve Nizamülmülk hakkında yazılan bölümün daha uzun olmasını isterdim. Kitap sadece tarihteki önemli bireyleri değil, İran ve Doğuya dair tarihi bilgileri de içeriyor.
Kitabın dili, konusu ve kurgusunu sevdim. Eğer tarihi romanları okumayı seviyorsanız
Semerkant'ı daha fazla ertelemeyin. Bolca kitapla kalın..
SemerkantAmin Maalouf · Yapı Kredi Yayınları · 202061,7bin okunma
Zargana'nın insanı hayrete düşüren rahatsız edici bir konusu olmasına rağmen
Kinyas ve Kayra'daki karekter derinliğini bu kitapta bulamadım. Karakterlerin çokluğu ve sayfa sayısı önemli bir etken olabilir diye düşünüyorum. Çocuk istismarı, intihar, ihanet, şiddet ve acı gibi unsurlar ile yoğrulmuş satırlar sindirlimesi güç bir hikâyeyi oluşturuyor.
Bazı filmleri izledikten sonra insanın kanı donar da bunu hangi hasta ruhlu insan yazdı çizdi diye düşünür ya,
Hakan Günday kitapları da bu izlenimi bırakıyor bende. Hikâye evinden kaçan henüz on ikisinde bir çocuğun (Zargana) dört Cezayirli tarafından tecavüze uğraması sonrasında yaşananlar etrafında şekilleniyor. Parçalanmış benliğini onarmak için Zargana geçmişiyle bağlantılı insanlar üzerinden yazdığı senaryoları para karşılığı insanlara günlük hayatlarında oynatıyor. Bir nevi para karşılığında insanların hayatlarını satın alıyor ve farklı farklı Zargana'lar sürüyor hayat sahnesine. Dolayısıyla kitapta yine bolca alkol, tecavüz, seks partileri, homoseksüellik, pedofili, sadomazoşizm gibi konular yer alıyor. Hâl böyleyken hayatın tozuna pisliğine bulanan karakterler ile empati kurmak gittikçe zorlaşıyor.
Zargana Hiç'e yaklaşırken kendini bulan hastalıklı bir zihnin hikâyesi..
ZarganaHakan Günday · Doğan Kitap · 20137,3bin okunma
Mario Puzo'nun son kurgusal eseriydi. Yazar el yazması bitmeden öldü. Ölümünden sonra yayınlanan kitap yazarın arkadaşı
Carol Gino tarafından tamamlandı. Okuyucularını 15. yüzyıl Roma'sına geri götüren Puzo din, İsa, Meryem Ana, kilise, aile ve daha birçok kutsalın nasıl hoyratça suistimal edildiğini anlatıyor. Aslında günümüzden
Karanlık Oda ile başlamıştı Balcıgil serüvenim. Umarım yazarın yayımlanmış diğer kitaplarını da yakın zamanda okuma fırsatı bulurum.
Eser
Nazım Hikmet Ran'ın yirmili yaşlarının sonundan başlayarak sol hareket içinde verdiği mücadelesini konu alıyor. Tarihi bir arka plan üzerine oturtulan hikâye, birbirinden güzel iki gencin (Leyla ve Ömer) yolları o dönem Resimli Ay dergisinde "putları yıkmanın" peşinde olan Nazım Hikmet'le kesişmesiyle şekilleniyor. Birçok katmandan oluşan
Putlar Yıkılırken, 1929-1945 arasında ve 1961 yılının bir gününde bu yıllarda yaşananların izdüşümünü bünyesinde topluyor. Bezdiren polis takipleri, tabut gibi hücreler, işkence odaları, falakalar ve insanlık onurunu yok etmek üzere uygulanan sistematik tecavüzler... Hem Nâzım hem de peşi sıra savrulan iki güzel çocuğun acıdan paylarına düşen oldukça ağır. Bilhassa Leyla'nın yaşamak zorunda kaldıkları beni derinden etkiledi. Yarım kalan bir hikâyeyi gözlerim yaşlı, içim sızlayarak okudum. Kitaptan geriye kalan ve uzun süre etkisinde kalacağım Leyla ve içten içe avaz avaz bağırdığı canhıraş çığlıklar... Âh Leyla!
Bazı kısımlarda biraz fazla bilgi ve detay verilmiş gibi hissettirmiş olsa da, okuru yormayan günlük yazı diliyle, ayrıntılarıyla, hikâyenin geçtiği mekanlara sadık kalarak, bütün duyguların harmanlaması ve kurgusuyla nefes kesen bir dönem romanı olmuş. Bolca kitapla kalın..
Putlar YıkılırkenOsman Balcıgil · Destek Yayınları · 20201,089 okunma
Kinyas ve Kayra zihinsel ölümün peşinde giden iki anti-kahramanın hikâyesi. Kitap, "Kinyas, Kayra ve Hayat", "Kayra'nın Yolu" ve "Kinyas'ın Yolu" adında üç bölümden oluşuyor. İçinde bol
Sunay Akın bir medeniyetin hazin sonunu okuruna aktarıyor. Akın, tarih anlatır gibi değil de anılar, şiirler ve yaşanmışlıklar üzerinden Kızılderili tarihinin az bilinen yönlerine dikkat çekiyor. Satır, satır masumların kanı üzerine bina edilmiş beyaz emperyalizmin vahşetine ve acımasızlığına tanıklık ediyorsunuz.
Sunay Akın kitabında yakın tarihimizdeki gerçeklere de ışık tutuyor. Mustang marka arabadan tutun, Walt Disney, Özgürlük Heykeli ve sigaranın tarihine kadar birçok konuda ilginç bilgiler edinebilirsiniz.
Kız Kulesi'ndeki Kızılderili güzel mesajlar veren okuru yer yer ilginç bilgilerle bilgilendiren bir araştırma-inceleme olmuş. Sunay Akın'ın kalemine sağlık. Bolca kitapla kalın..
Ali ve Nino bir aşk ve aynı zamanda tarihi bir roman. Tarihi açıdan Bakü'nün 1918'de Rus ve Ermeniler tarafından işgalini bunun üzerine Osmanlı ordusunun şehri kurtarmasını, 1918-1920 yıllarında Azerbaycan Cumhuriyeti'nin kurulması ve akabinde Azerbaycan'ın Sovyetler tarafından işgali gibi tarihi olaylara ışık tutarken bir yandan Azerbaycanlı bir genç ile Gürcü bir kızın aşk hikâyesini anlatıyor.
Ali ve Nino'nun aşkı o dönemin şartlarına göre imkansız sayılabilecek bir aşk hikâyesi. Her ne kadar din ve kültür farkı genç aşıkları farklı dünyalara ait kılsa da, duygular bu dünyalar arasında köprü görevini kurmayı başarıyor. Roman okuru söz konusu dönemde Azerbaycan ve çevre ülkelerin farklı bölgelerine götürüyor. O dönemin şartlarına, hikâyenin geçtiği yerde yaşayan halkın gelenek görenek, adet ve kültürlerine de bir bakış sunuyor.
Kafkasların Romeo ve Juliet’i olarak da anılan Ali ve Nino, ilk defa 1937 yılında Viyana'da yazarı tarafından kullanılan
Kurban Said takma adıyla yayımlanmıştır. Yazarın kimliği tam olarak bilinmemekle beraber hakkında pek çok tahmin bulunuyor. Eseri okuyacak olan kitap dostlarına şimdiden güzel okumalar diliyorum. Bolca kitapla kalın..
Ali ve NinoKurban Said · Olimpos Yayınları · 20222,457 okunma
Ortaçağ Avrupası'nda Cadılar ve Cadı Avı yapıtı Orta Çağ Avrupa'sında gerçekleşen Cadı Avı, cadılar, Eski Mısır, Mezopotamya, İran kültürlerindeki şeytan inanışı, büyü, cadı inanışı ve ritüellerini merak edenler için oldukça kapsamlı bir araştırma sunuyor. Haydar Akın anlaşılır bir şekilde kaleme aldığı Engizisyon mahkemelerinin cadılık testlerine dair bilgiler, hayvanlara karşı açılan davalar, cezalar, infazlar ve mahkeme kayıtlarıyla eşsiz bir okuma sunuyor. Konular boğmadan ayrıntılarla işlenmiş. Kitabın içindeki çizim ve tasvirler de eseri oldukça ilginç kılmış.
Zaman zaman Orta Çağ Avrupa'nda yaşamış olan insanların cahilliklerine, kandırılmışlıklarına, yapılan Cadı Avı terörünlerine şahit olmak okur için ürpertici bir hâl alabiliyor. Kitabın sonunda yer alan "Antik Çağ'dan Günümüze Cadı Avı Kronolojisi" ile okuduklarımı pekiştirmek güzeldi. Cadı Avı çılgınlığının ne şekilde ayyuka çıktığı ve çok daha fazlasını öğrenmek isteyenler için
Ortaçağ Avrupası'nda Cadılar ve Cadı Avı gönül rahatlığıyla başvurabileceğiniz bir kaynak. Kitabı okuyacak olanlara şimdiden kafa açıcı okumalar dilerim. Bolca kitapla kalın..
Irvin D. Yalom, seminer vermek için davet edildiği Hollanda seyahatı sırasında Rijnsburg'da bulunan Spinoza müzesini ziyaret eder. Ziyareti esnasında müzede bulunan Spinoza'nın kütüphanesine 1942 yılında Alfred Rosenberg'in gözetiminde Nazi subayları tarafından el konulduğunu öğrenir. Böylelikle ölümünden üç yüzyıl sonra Spinoza, Nazi ideoloğu Rosenberg'in ilgisini çekmiş olması kitap için uygun bir zemin hazırlıyor.
Spinoza Problemi kitabında Benedict Spinoza'nın felsefi yaşamı ile takıntılı Nazi Partisi'nin ideoloğu Alfred Rosenberg'in öyküsü iç içe geçiyor. Spinoza Problemi'nin kurgusu 17. yüzyıl ve 20. yüzyıl arasında gidip gelen bölümlerden oluşuyor. Rosenberg, büyük Aryan Alman yazarlarının Spinoza hayranlığının nedenini çözmek istiyor, zira bu üstün ırkın üstün insanları nasıl olur da bir Yahudi'ye karşı bu denlice saygı besler düşüncesi onu içten içe yiyip bitiriyor.
Spinoza Problemi Spinoza'nın Yahudiliğe, dinlere, genel olarak tanrı düşüncesine bakışını merak edenler için anlaşılır bir başlangıç olabilir. Felsefe, din tarihi ve psikanaliz ile ustaca harmanlanmış bu eseri gönül rahatlığıyla tavsiye edebilirim. Kitabı okuyacak olanlara şimdiden keyifli okumalar. Bolca kitapla kalın..
Spinoza ProblemiIrvin D. Yalom · Pegasus Yayınları · 20191,826 okunma
Utanç kitabında erken yaşta evlenmeye zorlanan, aile içi şiddet gördüğü için bu şiddetten kaçmak adına kendinden yaşça büyük adamların peşinden sorgusuz sualsiz giden, benliğinin sadece annelik kimliğiyle anlam kazanacağını
Adile toplum tarafından dışlanan, lanetli sayılan, ruhundaki yaralardan kabuk bağlamış bir kadın. İsrafil ise annesinin lanetinden pay almış geçimlerini çöp toplayarak sağlayan bir ahraz. Adile günbegün kendi dünyasına doğru çekilirken ve oğluyla iletişimini minimuma indirirken, İsrafil yaş aldıkça kendi kabuğunu kırarak, yüzüne kapıların kapandığı bu küçük kıyı kasabasında yüreği güzel bir dost edinmeyi başarıyor. Tek dostu Marangoz Yusuf'la birlikte, kasabada gizlenmek zorunda kalan Peder ve Marika'ya yardım eli uzatmasıyla kasaba halkının öfkesini daha da üstüne çekiyor. Böylelikle İsrafil'in hikâyesi doğumundan itibaren kadim anlatılar ve pagan inanışlarıyla ilmek ilmek örülüyor.
Deniz Gezgin'le tanışma kitabım oldu. Biraz efsanevi, biraz masalsı bir tat hüküm sürüyordu satırlarda. Yer yer yorucu bir okuma olsa da Adile'nin çaresizliği ve günden güne eriyişi bir yumru gibi oturuyor insanın içine. Kasaba halkının saf kötülüğü, vurdumduymazlığı tanıdık geliyor insana. Sanırım bu yüzden Adile ve İsrafil ile empati kurmak kolaylaşıyor.
Kitabı sevdim mi sevemedim mi emin olamadım. Hikâyede birtakım kopmalar, eksiklikler vardı sanki. Kitabı okuyacak olanlara şimdiden keyifli okumalar dilerim. Bolca kitapla kalın..
AhrazDeniz Gezgin · Can Yayınları · 20194,859 okunma
Öksüzler Treni tarihi açıdan önemli bir dönemi anlatan bir hikâyedir. Bu trenler, 1854 ve 1929 yılları arasında iki yüz binden fazla öksüz, terk edilmiş ve evsiz çocuğu taşıdı. Çocukların çoğu birinci kuşak İrlandalı Katolik göçmenlerden oluşuyordu. Amerika'nın doğusundaki kıyı kentlerinden toplanan çocuklar evlat edinilmeleri için Orta Batı'ya götürülüyor, fakat genellikle zor şartlar altında karın tokluğuna köle gibi çalıştırılıyorlardı. Çocukların çoğu kısacık hayatlarında büyük travmalara maruz kalmışlardı. Yeni ailelerinde sevgiyle karşılanan çocuklar bu yüzden gerçekten çok şanslıydı. Hikâyenin baş karakteri, küçük yaşta hayatın zorluklarıyla karşılaşan Vivian Daly de Öksüzler Treni'nde yolculuk eden bu çocuklardan sadece biriydi.
Christina Baker Kline hikâyeyi ikili bakış açısından anlatıyor. Günümüzdeki sorunlu bir öksüz olan Molly ve yaşını başını almış, varlıklı bir kadın olan Vivian. Molly işlediği bir suç yüzünden, Vivian'ın yanında elli saatlik bir kamu görevi cezasını doldurmaya çalışırken aralarındaki bağ gün geçtikçe güçleniyor. Böylece Molly, Vivian'ın iç burkan hayat hikâyesini öğrenme fırsatını elde ediyor.
Öksüzler Treni tarihi olaylara ışık tutan, güzel bir kurguya sahip olan bir kitaptı. Kitabı okuyacak olanlara şimdiden keyifli okumalar dilerim. Bolca kitapla kalın..