Odaya yaşı ve yüzü belirsiz bir adam girdi. Ne güzel, ne çirkin, ne büyük, ne küçük, ne sarışın, ne esmerdi bu adam.Tabiat ona ne iyi, ne kötü, göze çarpan hiçbir özellik vermemişti. Kimi ona İvan İvaniç derdi, kimi İvan Vasilyiç, kimi de İvan Mihayliç.
Soyadı üzerinde de anlaşma yoktu: Bazıları için İvanov veya Andreyev, bazıları için de
KİMİ SEVSEM SENSİN
kimi sevsem sensin / hayret
sevgi hepsini nasıl değiştiriyor
gözleri maviyken yaprak yeşili
senin sesinle konuşuyor elbet
yarım bakışları o kadar tehlikeli
senin sigaranı senin gibi içiyor
kimi sevsem sensin / hayret
...Önce, sesin gelir aklıma.
Çaresiz kaldıkça hep seni düşünürüm.
Güzel olan,
Dolgun başaklardaki sarışın sevinçli.
Sonra, Cumartesi günleri gelir.
Sonra gökyüzü gelir,
Hemen kurtulurum.
Bir yağmur yağsa da,
Beraber ıslansak...
kimi sevsem sensin / hayret
sevgi hepsini nasıl değiştiriyor
gözleri maviyken yaprak yeşili
senin sesinle konuşuyor elbet
yarım bakışları o kadar tehlikeli
senin sigaranı senin gibi içiyor
kimi sevsem sensin / hayret
senden nedense vazgeçilemiyor
her şeyi terk ettim / ne aşk ne şehvet
sarışın başladığım esmer bitiyor
anlaşılmaz yüzü
"Uykumuzu, çok küçükken teslim ederiz büyüklerimize. Sonra büyürüz. Büyüdükçe korkularımız da büyür, tedirgin uykularımız çoğalır. Günün birinde aşık olmuşsak, yeniden bir çocuk kadar kayıtsız bırakırız kendimizi bir başkasıyla aynı uykuya.
Oysa uykumuzu teslim ettiğimiz omuzlar, bir gün çekilir başımızın altından; esmer ya da sarışın kokusuna gömülüp uyuduğumuz boyunlar öksüz bırakır bizi. Bir kolumuz kopmuş gibi yatarız terk edildiğimiz yatakların içine. Sonra bir süre sızlayan gövdemizi başkalarıyla dindiririz. Yanımızdaki yabancı gövdeler, hafif tutar uykumuzu. Tedirgin bakışlarla yaşanan sabahlardan sonra kimselerle uyumak istemez oluruz artık.
Uykumuzu bedenlerimizden daha zor teslim ederiz bir başkasına.
Bırakın kediciklerin, şu öğle uykuları sürsün biraz... "
"1920 baharı muhteşem bir mart sabahında Sultan Dağları'nın sınır çizdiği Batı Anadolu'ya kan ve barut kokularıyla geliverdi.Yine de sırtlar yemyeşildi, toprak kokusu yine de gönül alıyordu ve doruklardaki karlar yine de sarışın fısıltılarıyla insanın içine zevk veriyordu, ılıklık veriyordu.
Bu mart sonunda bir türkü gibi dağı taşı saran baharın derinliği, diriliği ve üretim gücü bütün Anadolu ruhlarını da sarmış gibiydi.
Payitahta düşman askeri girmişmiş.. Yunan ordusu insanın eşini görmediği bir zulüm fırtınası gibi içerilere kadar dayanmışmış.. Aynı büyük ve asil devletin nimetleriyle beslenen Rumlar, Ermeniler arkadan vurup dururlarmışmış.. Bahar öyle bir geliş geldi ki bütün bu kahredici mışmışların üstesinden sanki bir Köroğlu, bir Genç Osman narası esiverdi.sanki bütün bu mışmışlar ocak ayının donları, fırtınaları gibi çözülüp, silinip gitti, sanki her şey yeniden başlıyordu, tıpkı 1071'deki gibi, tıpkı 1299'daki gibi.
Sanki Anadolu kocaman bir kovandı da oğul vermeye hazırlanıyordu, ölen arılar dışarı atılacak, bölümler temizlenecek, çiçek tarlalarına doğru o yaratıcı, o biriktirici,o eşsiz uçuşların şevki başlayacaktı..."
Bir gazete muhabiriyle konuşurken mantıklı sözler bulmak zorundasınız. Çünkü sözleriniz kağıda dökülür ve ertesi gün, hatta ömür boyu yakanızı bırakmaz.
Halide Edip, anılarını dönemsel olarak anlattığı Mor Salkımlı Ev de ki anılarının ilk bölümüdür.
Çoçukluğunu üçünçü şahsın ağzından anlatırken;Hayat ağacının dallarındaki bir serce gibi bir o dala bir o dala atlamakta... tabi ki bu okurda zaman zaman çoçukluk yıllarındaki zaman şaşırmasına neden olmakta.Taki...! kendini, daha doğrusu içinde
Sarışın ise şaşkın mavi gözleriyle, sessizce bakıyordu. Ne zaman bir erkek kendisine susmasını söylese, daima susardı. Fahişeliğe başlamadan önce bir çiftlik kızıydı.