Düşünmek; insanlarin, magara devrindeki gibi henüz bir takım toprak ve taş kovuklar içinde yaşadıgı hayvanlarla hasır neşir oldugu bu yerde düşünmek, bana bir ayıp gibi geliyor.
Bambaşka bir toplumla karşılaştım. Hırçın, küstah, ben merkezli, çok yalnız insanlar ve bu yalnızliklarının farkında degiller. Fark edilmek için çırpınıyorlar. Burada güzel çirkin, dogru yanlış yan yana ya da iç içe.
Nıçin böyle, faydali, ciddi makalelerin alıcısı yoktu? Saglam ve bilimsel hiçbir temele dayanmayan, hemen her gün, fikir ve üslup bakimindan ayni basit ve siradan biçimde tekrarlanan yazilari kotu bir alışkannlikla okuyorlar, bu basit ve sıradan yazilarin okuyuculari ilk bakista anlasilmayan bir tamlamaya, yabanci gelen bir söyleşiye, anlaşilması için zihinsel caba gerektiren cümlelere rastlamaktan adeta korkuyorlar. Zihinin de kullanilmayan baska bir organ gibi zayıf düşecegini bilmeyerek bilgilerini artiracak,zihinlerini kuvvetlendirecek ciddi biçimde okumaya üşeniyorlar.
Ama işte bu tek ömrümüzde, ikimiz de birer anlatıcıydık. Birbirinin dilinden tek sözcük anlamayan iki masalcı. Gözlemlerimiz, anlatım özelliklerimiz , Ezopça bir hüznümüz dışında hiçbirşeyimiz yoktu.
"Göç etmek her zaman dünyanın merkezini değiştirip düzenden yoksun, yitik, bölük pörçük parçacıklardan oluşan bir dünyaya yola çıkmak" ise, o halde hepimizin yeni haritalara çok ihtiyacı var.
Yıllar boyunca kültür-doğa tartışmasının merkezinde kalacak olan temel meseleyi, yani gözün görebildikleriyle dilin anlatabildikleri arasındaki ilişkiyi ilk olarak açıkca ortaya atan odur.