İnsanlardan oluşan; ama yine de insandan korkmaya dayanan topluma, beden uğruna ruha ihanet eden uygarlığa, kendi etimle kemiğimi değil de normal bedene ilişkin kolektif vizyonu temsil etmesi istenen bedene, kendini sağlık olarak tanımlayan normalliğe, kendini normallik olarak tanımlayan sağlığa, döngüsel düşünmeye dayalı egemenlik sistemine, soru sormadan nihai cevap olmak isteyen bir güvenliğe, varoluşsal sorunları tartışmamızın gerekmediğini ileri süren felsefeye, iyi ile kötü paradoksuyla yüz yüze gelemeyecek kadar tembel olup sadece "işliyor" veya "işlemiyor" ilkesine tutunan ahlaka, başarılarını vatandaşı mutlak olarak denetlemeye borçlu olan hukuka, tam soruşturmanın sadece gizleyecek bir şeyleri olana zarar verdiğine inanan halka, bir insanın sözleri yerine dna'sına inanmayı tercih eden yönteme, kendi kaderini tayini tahammül edilemez bir maliyet faktörü olarak gördüğü için kamu yararına, popülerliğini salt risksiz bir hayat sürdürme vaadine dayandıran siyasete, özgür iradenin olmadığını iddia eden bilimlere, kendini immünolojik bir optimizasyon sürecinin ürünü olarak gören aşka, ağaç evine "yaralanma tehlikesi", ev hayvanına ise "bulaşma riski" diyen ebeveynlere, benim için neyin iyi olduğunu benden daha iyi bilen devlete, dünyamızın girişindeki "dikkat! hayat öldürür!" tabelasını kaldıran o salaklara, yaşamanın ne anlama geldiğini anlayabilmem için kardeşimin ölmesi gerektiği için kendime güvenimi geri çekiyorum.
Sessizliğin Gürültüsü
Bu kadar yalın ve sıradan bir anlatımla, savaştan sonra gezilen Bosna şehirlerinin, hala savaşın yıkımıyla ortaya çıkan sessizliği yansıtabilmesi büyük başarı değil mi?
Sonuçta birinin suçu olsa gerek, hiçbir şey anlayamamam, güzelliğin içinde her zaman çirkinlikten kuşkulanmam ve inadım yüzünden çirkinliğin içinde güzelliği aramak zorunda kalmam. Biri sorumlu olsa gerek, "Savaş normal midir? Yoksa savaşın yokluğu mu normaldir? Sonrasındaki zaman mı yoksa öncesindeki zaman mı normaldir?" gibi soruların cevaplarını hatırlayamamamdan.
Biri bir hata yaptı. Biri bizi berbat etti.
“İnsanlarla ilişki kurmanın boşa zaman harcamak olduğuna inanıyorsun içten içe. Çok az istisna var, bunların da yarısı ölü, diğer yarısı can düşmanın. Bertaraf olmak için yeterli.
Mia kamuya açık bir alana girdiğinde, bu ister bir mağaza, isterse hızlı tren, isterse de işyeri olsun, asla bir yuvaya girmiş gibi hissetmez kendini. İçeri koşup, Merhaba, diye bağırmaz, herkesin omzuna vurup pasta diliminin nerede olduğunu sormaz. Çoğunlukla kimsenin onu fark etmemesini umar. Bazı günler dairesinden çıkmadan önce merdivenlere kulak kabartır, ortalık sakin mi diye. Kendisi ve düşünceleri için zamana ve mekâna ihtiyaç duyar. İşten sonra birileriyle takılmak yerine eve gider. Bir spor derneğine gitmek yerine kondisyon bisikletinde oturur. Görünmeyen biriyle sohbet eder — en iyi arkadaşı veya kocasıyla değil.