feodal 'ağa'lık sistemi kaldırılarak toprak reformu yapılsaydı, büyük ihtimalle onlar da asimile edilebilecekti. Ancak bu ya- pılamadığı için 'marabalar', daha sonra PKK'yı kurdu. "Keşke böyle olsaydı." demiyorum; durum tespiti yapıyorum. Kürtler, kuruluştan itibaren birçok kez isyan ettiler; son isyanları da PKK aracılığıyla otuz yıl sürdü. Bu isyanı doğuran temel saik, Kürtlerin asimile edilerek Türkleştirilmesi politikası idi. Irak ve Suriye'de Araplaştırılmak, İran'da ise Şiileştirilmek isten- diler. Bu proje tutmadı ve bugünlere geldik. Politik ve tarihsel nedenlerden dolayı yüz yıl geç kalmış olarak bir 'Kürt' ulusu ve 'ulus devleti' oluşturulmaya çalışılıyor. Ulus devlete ina- nanların fikren karşı çıkmasının imkânsız olduğu bir durum.
Kavgada din dili kullanmak çok tehlikelidir. Bugün Ortadoğu'da bu dilin 'terör' ve 'iç savaş' olarak nasıl işlediği gözler önünde. Umarım Orta Çağlarda yaşananlar da unutulmaz. Taraflar, 'Allah rızası' için -alimallah- birbirini boğazlarlar.
Kitlelerin karizmayla olan ilişkisi, çocukların büyürken rüşdüne erme sürecinde 'baba'larının otoritesiyle olan ilişkisine benzer. Bazı çocuklar, asla rüşdüne erişmez ve erişmek istemez.
Ak Parti, kökeni İslamcı bir ideoloji olan 'Milli Görüş hare- ketinin iki binli yılların başlarında bu hareketin genç kuşak- larının İslamcılık ideolojisinin çağdaş Müslüman toplumların aktüel politik, ekonomik ve hukuki sorunlarını çözmede anak- ronik bir ütopya (şeriat, adil düzen) olduğunu entelektüel/te- olojik bir kritik İşçilikle değil, daha çok pratik ve pragmatik kaygılarla keşfederek hareketi 'muhafazakar demokrat' adıyla merkezi bir 'sağ parti/ideoloji olarak yeniden kodlamalarıyla oluşmuştur. Cumhuriyet'in kuruluşunda gerçekleştirilen zoraki kültür devriminin yarattığı psikolojik travmanın politik hayata tarihsel blok' olarak yansıması olan %70 merkez sağın politik temsilcilerinin aynı tarihlerde ahlaken hovarda ve çürümüş olmasının doğurduğu boşluğu fazla çaba harcamadan İslam'ın pozitif imgesi sayesinde miras yoluyla doldurarak o yıllardan beri sürekli iktidardadır
Akdeniz havzasındaki İslam toplumu kısmi bir bütünlük halinde olan Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanması sonucu ulus devletler, daha doğrusu İngilizler tarafından Araplar bağlamında kabile/aşiret devletler olarak kuruldu. Arapların 'bütünlük' sağlama çabaları başarılı olamadığı gibi, 'birlik' sağlama (Arap ligi) girişimleri de başarılı olamadı. Suudi önderliğindeki Körfez Krallıkları ile Kuzey Afrika arasındaki genetik-kültürel, siyasal psikoloji, buna fırsat vermedi. Daha sonra denenen 'İslam Birliği' (İslam Konferansı), sembolik olmanın ötesine geçerek gerçek bir 'birlik' oluşturamadı. Avrupa Birliği ve NATO, gerçek birliklerdir; ulus devlet olarak bağımsızlık, ferdiyet ve özgürlük kazanmış devletlerin aralarındaki müşterek kültürel ve ekonomik çıkarlarını düşünerek oluşturdukları iradi yapılardır. İslam toplumları, henüz bu olgunluğu gösterebilecek seviyede değil.
liberal kapitalizm, Orta Çağların Kilise dogmatizmi, on dokuzuncu yüzyılın totaliter devlet anlayışı ve sosyalist/komünist sistemin toplumcu/devletçi vurgularına karşıt olarak bireyi, özgürlüğü, özel mülkiyeti ve devletin küçültülmesini ön plana çıkarmıştır. Bu teori, özgürlüğü 'kendisi için' insan olarak, özü-gür, öz-erk, özne-llik olarak koyar. Metafizik olarak in- sanın kendi kökenine/mülkiyetine sahip olduğu anlayışına dayanır. Descartes'in cogito ergo sum (düşünüyorum, öyle ise varım) ifadesi, bunu ifade eder. Bu haliyle bu teori 'kökler'den kalkar. Ancak, köklerin içinde olduğu 'yer'i, toprağı, iklimi ve atmosferi yani metafiziği görmezlikten gelir. Bundan dolayıdır ki 'ötekini', büyük 'Ö' ile yazılan Tanrı'yı ve küçük 'ö' ile yazılan 'hemcinsimizi' göremez