Sömürgeci bir eğitim sistemi var, mankurtlaştırıcı medya rejimi var, genç kuşakları tam anlamıyla yabancılaştırıcı, zihni köle hâline getiren yozlaştırıcı bir kültür sistemi var.
İslam dünyasının yaşadığı iki medeniyet krizi var. Birincisi Moğol istilası ve Bağdat’ın düşüşü, ikincisi kabaca Tanzimattan bu yana yaşadığımız medeniyet krizidir.
Kitap başlangıçta çocuk kitabi gibi görünsede canavar metaforuyla bize anksiyete depresyon gibi bazı psikolojik rahatsızlıkları anlatıyor.
Başrolümüz olan Alma bir gün yatağının altındaki 7 canavardan ilkiyle tanışıyor ve o günden sonra odasına ışık girmiyor. Alma canavarlarla tek başına savaşıyor, kendini yalnız hissediyor kimse onu anlamayacak diye düşünüyor. Halbuki canavarlarla tek başımıza savaşmak ışığımızı geri kazanma zamanımızı uzatır. Alma’nın hayatı değişiyor çevresindekiler onu tanıyamıyor. Alma suçu canavarlarda değil de kendinde buluyor canavarlar bu duruma çok seviniyor. Bir gün annesi Alma’nın halini fark edip onu canavar avcısıyla tanıştırana kadar… Alma avcıdan yalnız olmadığını dünyada canavarlarla savaşan bir sürü insan olduğunu ve bir gün onları yenebileceğini öğreniyor. Alma karanlığa savaş açıyor, yardım almanın zayıflık olmadığını öğreniyor ve canavarlara suçlunun kim olduğunu gösteriyor.
“ Karanlık ne söylerse söylesin Alma bu mücadeleyi her zaman kazanabileceğini biliyordu.”
Onu ağlarken görürlerse insanların zayıf biri olduğunu düşüneceklerine inanıyordu. Ya da aptal. Ya da ilgi çekmeye çalışan biri. Belki de herkes ağlayan insanlar için söylediği diğer şeyleri ona da söyleyecekti.