“Öldü sanılan ama ölmemiş olan ve ona rağmen yaşamayan bir dile benziyoruz biz de. Varız ama yokuz. Yokuz ama varız.”
Mine Söğüt’ün okuduğum ilk kitabı oldu. Yazarın akıcı, yalın fakat ara ara şiirsel pırıltılar içeren kendine has bir üslubu var.
Kitap; her gün gördüğümüz, yanından geçip gittiğimiz ve kayıtsız kaldığımız; kendi varlığından mutluluk duymayan ve istemedikleri hayatlarda sıkışmış sokakta yaşayan insanları konu alıyor. Hayatın gerçekleriyle örülü ve bunları sert sert yüzümüze çarpan bir kitap. Karakter seçimlerini zekice buldum. Ev kavramı, sokak kavramı, ölüm, yaşam ve bir çok kavram üzerine çokça düşündürmekte.
Evini, eşini, çocuğunu, işini, düzenini bırakıp kendi özgür iradesiyle evden kaçan ve sokakta yaşamaya başlayan şair Musa… Genelevde çalışmış, bacakları olmayan Efsun Abla… Geçmişte kim olduğunu hatırlamayan Adnan Abi… Uyuşturucu bağımlısı Hülya… Çöplüğe atılan bebek Matruşka…
Okurken yazarın empati yeteneğine hayran kaldım. Bu hayatlara maruz kalmadan, yaşamışcasına içselleştirip ne kadar güzel kağıda dökmüş diye düşündüm. Çok akıcı bir kitap. Bittikten sonra sizi durup da düşündüren türden. İyi ki tanıdım dediğim bir yazar oldu kendisi.
“Yokuş çok dik, şehir çok büyük, hayat çok acımasız.”