Her gün hep birlikte toplumun içinde teneffüs ettiğimiz bazı hastalıklar iyileşmeli önce. Mesela alın teri ekmek gibi aziz bilinmeli; kurnaz olmak, başkasının önüne atlayarak yol almak veya başkasının emeğine basarak yükselmek marifet zannedilmemeli. Bu kolektif kibir, narsisizm ve yırtıcılık çağında tevazu kıymetli bir hazine kabul edilmeli; yumuşak huylu, nezaketli, zarif, anlayışlı olmak zayıflık veya eksiklik olarak yorumlanmamalı. Sözün şehvetle söyleneni değil, sakin, güzel, ölçülü olanı değer görmeli; bağırmak, çirkin söz söylemek, kelimeleri merhametsizce fırlatmak, toptan ve keskin yargılar üretmek bir maharetmiş gibi alkışlanmamalı. Güzel niyetle sürdürülen fedakârlık bir yerde vefa, kıymet ve karşılık görmeli; bir türlü fark edilmeyen ve bir tarafın zaten hep yapması gereken bir sorumluluk haline dönüşmemeli. Takdir etmek, teşekkür etmek, güzel bir şeyler söylemek olağan hale gelmeli; bunları yapmanın bizi değersizleştirmediği veya bizden bir şey eksiltmediği hatırlanmalı. Kabuk değil öz, söylem değil eylem, dalkavukluk değil duruş, taklit değil tahkik, hamaset değil hamiyet, görünürlük değil samimiyet, hırs değil azim, öfke değil akıl, nefret değil şefkat, cehalet değil ilim muteber olmalı. Belki o zaman bazı şeyler gerçekten değişmeye başlar... Belki o zaman coğrafya keder olmaktan çıkar..