Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Amine Alkaş

Amine Alkaş
@Aminealkas
Hem öğretiyor hem öğreniyor
İstanbul
Diyarbakır
68 okur puanı
Ekim 2019 tarihinde katıldı
224 syf.
·
Puan vermedi
Başarı Bilgesi
Başarı BilgesiMümin Sekman
7.8/10 · 469 okunma
Reklam
Amine Alkaş tekrar paylaştı.
112 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
3 saatte okudu
Mısırlı feminist yazar Neval el Seddavi'nin 1987'de basılmış olan kitabı. Cinayet işlemekten dolayı idama mahkûm edilen Mısırlı fahişe Firdevs’in yaşamını anlatan biyografik romanı. Erkeksi iktidarın gölgesinde gerçek kimliğini bulamayan, böyle bir ortamda kadın olmanın, insan olmanın, fahişe olmanın ne anlama geldiğini üstüne üstelik bir kere değil, her seferinde nasıl öldürülüp devam etmek için direndiğini, direndikçe kadın olmaktan bıktığını ve erkeklerden ne kadar muazzam kelimelerle nefret ettiğini öğreniyoruz. Okudukça anlıyoruz ki bu kitap sadece Firdevs'in değil, milyonlarca kadının biyografisi. Hepimiz Firdevs'in penceresinden bakarken, kendi penceremizin de aynı yerlerden geçtiğini fark ediyoruz. Her satırda biz seniz Firdevs demeye başlıyoruz. Sanki bir çok kadının hayatından kesitler tek bir Firdevs'te toplanmış gibi. Bütün duygularını teker teker, itina ile kaybettirilmiş bir kadının sokaklarda yürürken hayattan hiç beklentisi kalmadığını anladığındaki gözlerini görüyoruz ve o andan sonra o gözlerle bakmaya başlıyoruz. Sevgisizlik, şiddet, cinsiyet ayrımcılığı hepsinin ince ince işlenmesi ve bir kadının maruz kalabileceği daha bir çoğunun özetini okuyoruz. Kadının nasıl israf edilmeden bir mal gibi kullanıldığını okurken bir yandan da bir kadının tüm aldanışları var kitapta. Yaşamı da ölümü de aşmıştı; çünkü artık ne yaşama arzusu duyuyor, ne de ölümden korkuyordu.
Sıfır Noktasındaki Kadın
Sıfır Noktasındaki KadınNevâl El-Seddavi · Metis Yayınları · 201613,3bin okunma

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
120 syf.
·
Puan vermedi
Yaratıcılığının dönüm noktası olarak kabul edilen bu eserinde Çehov, Ukrayna bozkırındaki bir yolculuğun hikâyesini dokuz yaşında bir çocuğun gözünden anlatır. Eğitimi için annesinden ayrılıp dayısıyla birlikte yola koyulan Yegoruşka capcanlı bir dünyada bulur kendini. Bu yolculukta bütün hiyerarşisi ve âdetleriyle Rus toplumunun farklı katmanlarından insanların; tüccarların, din adamlarının, köylülerin, işçilerin ve arabacıların arasına karışır. Bozkırda doğal akışında sürüp giden yaşamın çocuğun duyuları ve duyguları üzerinde bıraktığı etkiler, Çehov’un ustaca ete kemiğe büründürdüğü belalı Dımov’a karşı beslediği düşmanlık, dalgalanan ruh halleri şaşırtıcı ölçüde gerçekçi bir üslupla aktarılır. Rus yaşam biçiminin ve ruhunun canlı imgelerini gözümüzün önüne getiren şiirli bir dille tasvir edilen bozkır, renkleri, sesleri ve kokularıyla hikâyenin ana karakterlerinden biridir adeta. Üzerinde yolculuk eden insanlardan bağımsız, kendi yaşamını sürer, soluk alıp verir. Çehov bozkırla insan varoluşu arasındaki paralellikler aracılığıyla doğayla insan arasında simbiyotik bir ilişki kurmuştur. Şahsi fikrim olarak; okurken yer yer sıkıldım. Ama bunu kitaptaki eksikden ziyade yazarın eserde kurmayı amaçladığı bağları görmememe bağlıyorum. Ve yarım kalan hikayeler beni çok yoruyor. Biliyorum ölümle sonlanmayan her hikaye yarımdır. Ölüm olsaydı da mutsuz son olurdu. Ama yine de bu küçük adamın başına neler gelecek merak etmiyor değil insan. Aslında galiba Yegoruşka bu hikaye de sadece gözlüğümüzdü; bizim asıl anlatılmak isteneni görmememizi sağlayan...
Bozkır
BozkırAnton Çehov · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 20193,517 okunma
“Felâketimizi başka biriyle taksim etmek saadettir, fakat annelerle değil. Annelere anlatılan kederler taksim değil, zarbedilmiş olur: Çocuklarının felâketini iki kat şiddetle hisseden anneler, bu ıstıraplarını çocuklarına fazlasıyla iade ederler; böylece keder anadan çocuğa ve çocuktan anaya her intikâl edişinde büyüdükçe büyür.”
Reklam
En basit toplumsal davaları anlayamayacak kadar yabancı tesirler altında şahsiyetlerini kaybeden bu insanlarla münakaşaya mecbur olmanın küçüklüğünden muzdariptim.
...bir diş çektirdikten sonra bile yerinde ağızdan daha büyük bir boşluk kaldığı zannedildiği halde, ayrılan bir bacağın yerinde kalan uçurumun baş dönmesine nasıl alışılır?
Ah, ben ruhumun içindeki o ikinci ruhu bilirim; esrarı gören gözleriyle ve esrarı duyan kulaklarıyla her şeyi sezer ve bana sezdirir ve beni aldatamaz; ah, içim beni aldatmaz.
Görülecek, işitilecek, tadılacak, okunacak, yazılacak, yapılacak o kadar çok şey birikiyor ki, bundan sonra hayatımın bütün bunlara yetişmeyeceğinden korkuyorum. "Kendi kendime karşı çok borçlandım. Kendime vadettiğim şeyleri yapamazsam utancımdan aynaya bakamayacağım.
119 syf.
·
Puan vermedi
Peyami Safa’nın şaheserlerinden Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Türk edebiyatında “insan ruhunun derinliklerinde ve labi­rentlerinde dolaşan ilk roman” olması ve hasta bir insanı ve onun psikolojisini ele alması bakımından önemli bir yere sahiptir. Birçok araştırmacı ve yazar tarafından Türk edebiyatında bir ilk kabul edilen Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Tanpınar dediği gibi, “acının ve ıstırabın yegâne kitabı” olarak hem kemiyet hem de keyfiyet bakımından başka hiçbir eser olmasa da Türk romanının var olduğuna delil gösterilebilecek kudrette bir eserdir. Romanın genç kahramanı, ayağındaki rahatsızlıktan kurtulabilmek için sayısız doktora görünür ve en nihayetinde havadar bir ortamda, stresten uzak bir istirahat dönemi geçirmesi gerektiğine ikna edilir. Ancak, gerek akrabaları olan bir Paşa’nın Erenköyü’ndeki köşkünde misafir kaldığı dönemde, gerekse kendi evi ve hastaneye gidiş gelişlerinde şuurunu adeta bir facia atmosferinde yoğurur. Peyami Safa’nın çocukluk ve gençlik dönemlerinden fazlasıyla izler taşıyan roman, hem umudu ve umutsuzluğu, hem de sevinci ve felaketi aynı sayfalara sığdırabilmiş olması bakımından insanın eşsiz bir tarifini sunuyor.
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
Dokuzuncu Hariciye KoğuşuPeyami Safa · Ötüken Neşriyat · 2022101,5bin okunma
Reklam
Daha çok para kazanıp, daha çok harcıyorlardı. Fakat yüzleri asıktı, yorgun ve keyifsizdiler, gözleri dostça bakmıyordu.
Bazen önüme upuzun bir cadde çıkıyor. Öyle uzun ki insan bunun sonu gelmez sanıyor. O zaman acele etmeye başlıyorsun. Gittikçe daha çok acele ediyor insan. Her önüne baktığında yolun hiç de kısalmamış olduğunu fark ediyorsun. Daha hızlı ve daha gayretli çalışıyorsun; sonunda nefesin kesilip güçsüz kalıyorsun. Ve cadde hâlâ upuzun bir şekilde seni bekliyor. İnsan caddenin tamamına bakıp hemen bir karara varmalı. Her zaman adım adım ilerlemeli. Sürekli bir adım sonrasını düşünmeli, bir adım, sonra derin bir nefes, sonra bir süpürge. İşte o zaman hayat zevkli olur. Önemli olan işini iyi yapmaktır. Öyle de olmalı. Uzun bir süre susup yeniden konuşmaya başladı: "Bir de bakarsın ki adım adım bütün yolu bitirmişsin. Nasıl olduğunu anlamadan ve yorulmadan. Önemli olan da budur."
"Zaman tasarruf edeyim derken aslında başka şeylerden tasarruf ettiğinin kimse farkında değildi. Yaşamlarının gittikçe zavallı, daha tekdüze ve daha soğuk geçtiğini kavramak istemiyorlardı. Bu gerçeği sadece çocuklar taa yüreklerinde hissettiler. Çünkü artık kimsenin onlara ayıracak zamanı yoktu.
297 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.