Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Sahra

Konuşamadığın için suskun olup karizma yapmak cazip geldi. Aslında konuşamadın mı konuşmadın mı... Tartışılır, tartışılabilir... Ama kimse tartışmaz. m.youtube.com/watch?v=c6yYxyx...
Reklam
Bana da bi Aynalı Baba lazım.
Raci kahve, biraz ney ve birkaç beyitle kafayı buldu arkadaşlar. Ben boş fincanımla kalakaldım.
Şu an Raci Aynalı Baba ile tanıştı. Sohbete başladılar Aynalı Baba'nın yaptığı kahve ile. Ben de kendime bir kahve söyleyeyim de sohbetlerine dahil olayım.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Eğer tarihin öznesi olduğumuzu kavrayabilirsek, etki ve değiştirme potansiyelimiz artabilir. Çoğumuz böyle bakmadığı için kendini aciz, bir şey yapamaz olarak görüyor. Tarih her an yazılmaya devam ediyor; ufak bir hamlede, göze görünmez bir fedakarlıkta ve toplumu dönüştürebilirim bilinciyle bir payımız olabilir o yazılanlara. Bunu neden göz ardı ediyoruz? Okullarda tarih neden hep yaşanıp bitmiş olarak öğretiliyor mesela? Devam ettiği, etkide bulunabilecekleri bilincini vermek hep göz ardı ediliyor, yordanabilirliği üzerinde durulmuyor. Sanki geleceği değil de geçmişi yaşayacağız. Çocuklara sadece "büyük insanların" - komutanların, devlet başkanlarının ya da politikacıların - tarihinin anlatılmasını da anlamış değilim. Devleti oluşturan halk olduğu halde neden halkların tarihi anlatılmıyor da tüm mükafat ve suç her zaman bu büyük insanlara veriliyor? Halklar hiç bir bir şey talep etmemiş şu güne kadar? Hiç bir zaman bir şeyin sorumlusu olmamışlar mı? Hiç mi kendilerini ateşe atmamış daha iyi koşullar için? Anlatıldığı durumlar da yine bu büyük insanlara, ulaşılmaz ve olunamazlara bağlanıyor, onlar ön planda tutuluyor. Bir de üstelik bu büyük insanları öyle bir anlatışları var ki sanırsın dünyaya öyle gelmişler!
Şükürler olsun ki kuş seslerini duyabiliyorum. Duymasam, çok daha kötü olabilirdim. Fiziksel noksanlıktan (kulaklarımda problem olmamasından) muzdarip biri olmadığım için söylemiyorum bunu. Ruhsal noksanlıktan muzdarip olmadığım için söylüyorum. Belki bir parça da yanı başımda doğayla bütün olabileceğim bir alan olduğu için.
Reklam
Kelimeler önemlidir.
"Lamalar (üstün din adamı), bilinçaltı yerine üstbilinç ya da yüksek bilinç olarak tercüme edilebilecek ve daha yüksek bir düzende ya da işlevlilikte çalışan bilinç anlamına gelen bir kelime kullanmaktadır. " Tibet'in Gençlik Pınarı Kelimeler zihnimizde önem kazanır. Anlamları kanıksanmış sıfatlar bir kavramı ya da durumu algılayışımızı ve buna bağlı olarak ona verdiğimiz önemi etkiler. İnsan davranışlarını daha büyük ölçüde etkileyen, bilinç hali değil, yaygın tabiriyle bilinçaltıdır. Fakat biz davranışlarımızın 'bilinçli' olduğunu söyleriz çoğunlukta. 'bilinçaltı'mızı pek önemsemeyiz. Kulağımıza çalınan müzikleri, gözümüze sokulan reklamları ya da en önemlisi' bilinçaltı' ile yapabileceklerimizi... 'Alt' ile birleştirilmiş bir kavramın etkisini düşünemeyiz. Çünkü zihnimiz buna önem vermez. Ulaşılması gereken bir yer olarak görmez. Fakat üstbilinç muhakkak ki bilinçaltından daha çok cezbedici, daha önemli görünür. Biliçaltıyken olumsuz çağrışımlar yapan o hal, üstbilinçken daha olumludur. En azından bir tarafı tutmadan - yüceltmeden ya da aşağılamadan- tarafsızca bilinç ötesi sözcüğünü kullanırsak dayatılmış anlamları saf dışı bırakabiliriz bu kavram için.
Şu an ayın rengi muazzam. Kendinize bir güzellik yapın ve balkona çıkın. ❤️
Akılda tutulmalı.
"İnsanın yarısı kendisi, diğer yarısı kendisini nasıl ifade ettiğidir." Emerson
Güzel bir duyu çatışması hangisi daha etkili?
Evinde işinle uğraşırken yağmurun sesini duyup pencereye koşmak mı balkonda otururken yağmurun başladığına gözlerinle tanık olmak mı?
Reklam
Ne zamandır, niçin
8 yıl kadar önce, kitaplardan beğendiğim cümleleri ve bu cümlelerin hissettirdiklerini bir deftere yazmaya başlamıştım. Birçok defterim var şimdi böyle yıllardır yazıp doldurduğum. Geçen gün yine altı çizili bölümleri yazıyordum okuduğum kitaptan. Fark ettim ki okurken "Evet ya! İşte bu, ben de böyle düşünüyorum." diyip altını çizdiğim yerler hangisine baksam. Hem de aynı konu, anlatımda ya da üslupta bir fevkaladelik de yok... Sırf benimle aynı şeyi düşünüyor diye... Sonra durdum, kendime döndüm "Kuzum sen niye aynı düşüncelere sıkıştırıyorsun kendini, destekçi mi arıyorsun acaba kendine?" dedim. Bu biraz sert oldu ki, hemen defterimi karıştırıp düşünceme çok uymayan, bana farklı gelen, soru sorduracak yerlerin altını çizmiş miyim diye baktım. Çizmişim, az da olsa. İçim rahatladı. Bana bu soruyu sorduran yakın zamanda bunu yapmamış olmammış. Kendimi kıyıdan dönmüş gibi hissediyorum. Kalıplaşmanın kıyısından.
Tabiat, ne güzelsin
Beklenmedik yağmurlar olmasa sinirlerimi ehlilleştiremezdim. Hınca hınç yağsa sanki öcümü alıyor, usul usul yağsa kendine benzeme isteği uyandırıyor. Her türlü sakinlik.
Yolun Başı Düşünceleri
Anlamakla bilmek aynı şey mi? İlk bakışta öyle görünüyor fakat biraz yoğunlaşınca birinin diğerinin öncülü olduğunu görüyorum. Bu sefer de hangisinin öncül olduğunu bulmak gerekiyor. Anladığımız şeyi mi biliyoruz yoksa bildiğimiz şeyi mi anlıyoruz? Bildiğimiz şeyi kesin olarak anladığımızı söyleyebilir miyiz? Ya da bilmeden anlamak mümkün müdür? Bir şeyi bilmeden anladığımızı söylediğimizde gerçekten anlamışız mıdır yoksa o bir şeyi algımıza uydurup anladığımızı mı düşünürüz? Neredeyse sıkılıp algılamak ve bilmenin tamamen birbirinden farklı olduğunu, aralarında hiçbir bağın bulunmadığını söyleyeceğim.
Her rüya, bir anıdır.
Geçen gün rüyamda çift katlı bir sahaftaydım. Görevli kadına "Krishnamurti'nin kitaplarına bakıyorum. " dediğimde kadının gözleri ışıldadı ve "İstemediğiniz kadar var, buyrun. " dedi ve ikinci kata yöneltti beni. Eski Antalya evlerine benziyordu içerisi. Her yer ahşap... Tahta merdivenler, tahta raflar... Krishnamurti kitaplarının bulunduğu yere geldiğimizde ise benim özellikle istediğimin dışında,üstünde Krishnamurti yazan iki üç kitaptan başka kitap yoktu. Görevli yanlış mı söylemişti yoksa yazar hiç sorulmadığı için iki-üç kitap 'istemediğiniz kadar' diye nitelendirilebiliyor muydu? Neyse, bulunmaktan çok memnun olduğum bir yerdi sonuç olarak ve bu sahafı daha öncesinde birkaç kez görmüştüm rüyalarımda. Yalnız, satıcı hep değişirdi.
Üzülmek pasif, savaşmak aktif bir eylemdir. Toplumdaki aksaklıklara, olmaması gerekenlere üzülmek yerine savaşmayı tercih etmeli. Uzun vadede üzülmek yıldırabilir fakat savaşmak ve karşı koymak diri tutacaktır.
31 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.