Masanın başına oturmuş ne yazacağımı düşünüyorum. Salondan gelen seslerden anladığım kadarıyla annem şu sabah kuşağı saçmalıklarından birini izliyor. Kafamı bir türlü toparlayamıyorum. Odaklanma sorunu yaşıyorum. Hâlbuki şuan yapmam gereken... Evet gerçekten şuan yapmam gereken şey nedir? Bu konuda düşünmek beni hayattan uzaklaştıracakmış gibi hissediyorum. İçimi bir anda korku sarıyor. Başımı kaldırıp masanın üzerine gerçek hayata bakıyorum. Tam o sırada telefonum titriyor. Mesaj geldi. Mesaj sevgilimden geldi diye düşünüyorum. Her sabah 'günaydın' diye mesaj atmak... Cümlenin devamını getiremiyorum. Elimdeki tahta kalemi anlamsızca sallayıp sanki bir olta misali sözcükleri yakalayacağımı düşünmem ne garip. Yüzümü bi tebessüm kaplıyor. Kendime hâkim olamadım. Kalemi elimden bırakıp telefona yöneldim. Mesaj sevgilimden gelememiş. Buna çok sevindim. Kendimi çok önemsemekten oluyor... Devamını getiremeyeceğim. Beni anlayabileceğini hiç sanmıyorum.
Odamda bir noktaya bakıyor ve zihnimde kendi kendime konuşuyorum. Açık kapıdan babamın önce sesini duyuyorum sonra kendisini görüyorum. “Bir zamanlar elimi başıma götürürdüm. Avuçlarım ölmüş saçlar ile dolardı. Artık saçlarım dökülmüyor.” diyor anneme. Oturmuş, iki eli, iki dizinin üstünde biraz öne doğru eğilmiş, sırtında fukaralığın vermiş olduğu kamburluk. Beyazların siyahlara karşı giriştiği amansız mücadelede yitip giden canlar gibi babamın saçları. Uzaktan bakınca beyaz, yaklaştıkça aralarda geçmişten kalma birkaç direnen siyah ve yitip gidenlerin bıraktıkları boşluk.
Camdan dışarıya bakıyorum gelip geçen hayatlara. İnsanlar işten çıkıp evlerine gidiyor. Güneş batıyor. Lacivert araba. Siyah kedi. Beyaz bisiklet. Kuşlar havada uçuyor. Anne var. Baba var. Kardeş var. Işıklı tabela 1+0, 1+1 kiralık daire. Sarı taksi. El ele yürüyen çift. Çöp toplayan çocuk. Ciğerini yırtarcasına “Ah Hazal” diye bağıran genç. Yalnız yürüyen yaşlı adam. Evin kapısı açılıyor. Dışarı giriyor içeriye, içeri çıkıyor dışarıya. Nöbet değişimi. Her gün aynı şeyler. Dışarıdan bana doğru sokak lambası geliyor. Lamba ile konuşuyorum. Öteki gelenlerle konuşuyorum. Bir görsen ne dertliler, neler görmüş, nelere tanıklık etmişler.
-Kulağımda uğultular, yakarışlar, bağırışlar. Kulağımda geçmişten gelen sesler, gelecekte duyacağım seslerin işaretçisi gibi. Gözlerim karanlığa bakıyor. Beklemek diyorum beklemek, hayatta en zor şey beklemek.
-Hayır diyor hayır, hayatta en zor şey saklanmak.
-Beklemek diyorum beklemek, sevdiğini beklemek gelmeyeceğini bile bile beklemek.
-Hayır diyor hayır saklanmak, ölmemek için saklanmak ölümden kaçarak saklanmak.
-Kulağımda kuş sesleri, ağaç sesleri, çocuk gülüşleri. Gözlerim aydınlığa bakıyor. Aşık olmak diyorum aşık olmak, hayatta en güzel şey aşık olmak.
-Hayır diyor hayır, hayatta en güzel şey yaşamak, özgürce yaşamak.
-Aşık olmak diyorum aşık olmak, sevdiğin ile birbirine bulaşmak ama aynılaşmamak.
-Hayır diyor hayır yaşamak, üzerine bombalar atılmayacağını bilerek yürümeyi özgürleştirmek.
-Aşık olmak diyorum aşık olmak.
-Hayır diyor hayır.