"Dünya hayatını gereği gibi yaşamadıktan sonra, yani dünyayı imar etmedikten sonra, Müslüman olamıyorsunuz. Fakat bu dünya imarı faaliyetini, yani aklı maaş dediğimiz şeyi, öyle bir ufukla gerçekleştirmeniz lazım ki son ucunda cennet olsun."
"Şimdi öyle bir hayat yaşayacaksınız ki hiçbir hazdan vazgeçmeyeceksiniz. İnsan tabiatı neyi gerektiriyorsa onu, ölçülü bir şekilde yaşayacaksınız. Yaptığınız işlerde başkalarının faydasını gözeteceksiniz ama aynı zamanda bütün bunları hayır ufkunda ve diğer insanların keyif alacağı şekilde gerçekleştireceksiniz."
"Arapça bir kelime olan "dünya", bir sıfattır, isim değildir. Biraz önce de geçtiği gibi, özellikle Kur'ân-ı Kerîm'de bu şekilde kullanılır: el-hayatü'd-dünya ve el-hayatü'l-ahire. Bu iki tabirde geçen "dünya" ve "ahiret" kelimeleri, "hayat" isminin sıfatlarıdır. Bunun manası da kısaca, bize verilmiş bir tane hayatımız var; bu hayatın bir "yakın" olanı var bir de "uzak" veya "bundan daha başka” veya farklı bir kullanım olarak "el-hayatü'l-ukbâ" var, yani yakın hayatın neticesi olarak "gelecek olan" hayat."
Mesele kitap okumak değil. Ne okuduğunu, niçin okuduğunu bilmektir.
Kitap yüklü eşeğin kendisine bir faydası olmadığı gibi, bilgi yüklü olup onu kullanamayan beyninde kimseye faydası yoktur.
16. yy.'ın haritaları incelendiğinde, Amerikalı meşhur tarihçi Hodgson'un yaptığı tespite iştirak edersiniz:
"16. yy.'da Mars'tan bir ziyaretçi gelmiş olsaydı, bütün dünyanın Müslüman olmanın eşiğinde olduğuna hükmedecekti."